Anonim Şirketlerde Pay Sahiplerinin Genel Kurul Kararlarına Karşı İptal Davası Açma Hakkı
*Av. Çiğdem AKKAN
GİRİŞ
Anonim
şirketlerin organlarından biri olan genel kurulda, genel kurul toplantılarının
yapılması ve karar alınması kanun hükümleri ile düzenlenmiştir. Gerek genel
kurul çağrısının yapılma usulü gerekse toplantı ve karar nisapları ile toplantı
sırasında uyulacak kurallar kanun koyucu tarafından belirlenmiştir. Bu
kurallara aykırılık halinde genel kurul toplantısında alınan kararlar sakat
kararlar olacaktır. Bu sakatlık; yokluk, mutlak butlan veya iptal edilebilirlik
olarak ortaya çıkabileceği gibi, bu üç sakatlık hali arasındaki ayrımı doğru
yapabilmek birçok yönden son derece önemlidir. Öncelikle yokluk ve butlan
hallerinde ortada bir genel kurul kararı bulunmamaktadır ve bu her zaman tespit
davası ile ileri sürülebileceği gibi hâkim tarafından re’sen nazara alınmak
zorundadır. İptal edilebilirlik ise dava açma hakkı olanlar tarafından, kanun
koyucunun belirlediği hak düşürücü süre içinde açılacak bir iptal davasıyla
incelenebilir ve mahkeme tarafından iptal kararı verilmesi halinde geçmişe
etkili olarak genel kurul kararını ortadan kaldırır.
Bu
çalışmamızda, genel kurul kararlarındaki sakatlık hallerini genel hatlarıyla
inceledikten sonra, pay sahipleri yönünden bir müktesep hak teşkil eden genel
kurul kararlarına karşı iptal davası açma hakkını ve bu davanın özelliklerini,
6762 ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK) çerçevesinde karşılaştırmalı
olarak inceleyeceğiz.
I. GENEL
İTİBARİYLE GENEL KURUL KARARLARINDAKİ SAKATLIKLAR
Genel kurul
kararlarının iptali konusu TTK m. 381’de; Yeni TTK’da ise m. 445 ve m. 446 ‘da
düzenlenmiştir. Ayrıca Yeni TTK m. 447, mevcut TTK’ dan farklı olarak genel
kurul kararlarının butlanı konusunu da ilk kez açıkça düzenlemiştir. Böylece
mevcut TTK düzenlemeleri karşısında doktrinde tartışılan, genel kurul
kararlarının butlanının mümkün olup olmadığı konusu her ne kadar zaman içinde
tüm yazarlar tarafından kabul edilse de kanun koyucu tarafından açıkça hükme
bağlanması isabetli olmuştur.
Kanun koyucu iptal
edilebilir kararlar ve batıl kararlar hakkında düzenlemelere yer verse de bunun
yanında ayrıca yoklukla malûl genel kurul kararları da açıklanmalıdır. İptal
davası açma hakkında söz edebilmek için öncelikle sakat da olsa mevcut bir
genel kurul kararı bulunmalıdır.
Bu nedenle, eğer söz konusu genel kurul kararı yoklukla malûl ya da batıl ise
bu durumda ortada geçerli mevcut bir karar olmadığından iptal davası açılması
mümkün olmayacaktır. Bu durumda ancak yokluğun ya da butlanın tespiti davası
açılabilecektir. Bu nedenle, pay sahibinin genel kurul kararlarına karşı iptal
davası açma hakkını incelemeden önce yok hükmündeki genel kurul kararları ile
batıl genel kurul kararlarını belirlemek gerekecektir.
II. YOK
HÜKMÜNDEKİ GENEL KURUL KARARLARI İLE BATIL GENEL KURUL KARARLARI
A.
YOK
HÜKMÜNDEKİ GENEL KURUL KARARLARI
Yokluk ile butlanla malûliyet
birbirinden farklı hukukî müesseselerdir. Yokluk halinde, kurucu unsurlardan en
az birinin eksikliği nedeniyle hukuki işlem hiç doğmamıştır; ortada hukuki bir
işlem yoktur. Kurucu- şeklî nitelikteki emredici hukuk kurallarına aykırılığın
yaptırımı, yokluktur. Yokluk
halinde ancak yokluğun tespiti davası açılabilir. Tespit
davası herhangi bir zamanaşımı ya da hak düşürücü süreye bağlı değildir.
Yokluk hali hâkim tarafından re’sen gözetilmelidir.
Yok hükmündeki bir karar ticaret sicile tescil edilmiş olsa da bu tescil,
karara geçerlilik kazandırmaz.
Bir genel kurul
kararının varlığından söz edilebilmesi için öncelikle genel kurulun toplanmış olması
ve genel kurulda alınan bir karar bulunması gerekir. Bu nedenle doktrinde, bir
genel kurul toplantısı yapılmadan ya da genel kurul dışında kullanılan oylarla
alınan kararların yok hükmünde olduğu kabul edilmektedir.
Genel kurul kararlarının yok hükmünde kabul edileceği bazı haller şunlardır:
1.
Karar
Yeter Sayısının Oluşmaması
Bir genel kurul
kararının alınabilmesi için kanunda ya da mümkün olduğu hallerde esas
sözleşmede belirtilen karar yeter sayılarının oluşması gerekir. Karar
yetersayısının oluşmamış olmasına rağmen, her nasılsa oluşmuş gibi kararın
alındığı toplantı tutanağına geçirilmişse, bu genel kurul kararı yok
hükmündedir.
Yargıtay tarafından da karar yeter sayısının oluşmaması halinde kararın yok
hükmünde olduğu kabul edilmektedir.
Karar yeter sayısının oluşması için ön koşul
toplantı yeter sayısının oluşmasıdır. Toplantı yeter sayısının olmadığı yerde,
karar yeter sayısının oluşması mümkün değildir. Bu nedenle toplantı yeter
sayısı aranan hallerde bu yeter sayının oluşmamış olmasına rağmen genel kurul
toplantısı yapılmış ve toplantıya katılanlar gerekli toplantı nisabını oluşturuyormuşçasına
katılım nisabı üzerinden hesaplanan karar yeter sayı ile karar alınmışsa, bu
kararlar yok hükmündedir.
Doktrinde bir görüş,
toplantı yeter sayısının şeklen dahi oluşmamış olması halinde alınan kararların
yok hükmünde olduğunu, ancak toplantıya katılmaya yetkili olmayan kişilerin
katılımı ile şeklen toplantı yeter sayısının oluşması halinde alınan kararların
iptal edilebilirlik yaptırımına tabi olduğunu kabul etmektedir. Bu görüşün
karar yeter sayısı bakımından kabul edilmesi isabetli olacakken; toplantı yeter
sayısı yönünden kabul edilmesi hatalı olacaktır. Gerçekten karar yeter
sayısının şeklen oluştuğu görülüyorsa ancak gerçekte yetkisiz kişilerin oy
kullanması nedeniyle oluşmuyorsa burada bir iptal edilebilirlik vardır. Ancak
toplantı yeter sayısı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Her ne kadar doktrinde bazı
yazarlar,
toplantı yeter sayısı bulunmadan alınan genel kurul kararlarının yok hükmünde kabul
edilemeyeceğini, bu kararların iptal edilebilir kararlar olduğunu, toplantıya
katılmayan pay sahiplerine de iptal davası açma hakkı tanındığını; hatta karar
yeter sayısı bulunmadan alınan kararların da yok hükmünde değil, iptal
edilebilir nitelikte olduğunu ifade etmekte ise de bu görüş kabul edilemez. Zira,
toplantı yeter sayısı yoksa ortada ne genel kurul toplantısı ne de karar
vardır. Aynı şekilde şeklen karar
yetersayısının mevcut olması, sakat da olsa bir kararın oluşması için zorunlu
bir unsurdur. Karar yeter sayısı şeklen dahi olmadan bir genel kurul kararının varlığının
kabulü mümkün değildir.
Yargıtay 2003 tarihli
bir kararında,
yetkili olmayan kişilerin katılımı ile toplantı ve karar nisabının sağlandığı
iddiası karşısında sadece iptal edilebilirlikten bahsetmiş, yokluk haline hiç
değinmemiştir.
PULAŞLI, karar yeter
sayı konusunda kanunî nisap ile esas sözleşmesel nisap arasında bir ayrıma
gitmektedir. Yazara göre, eğer esas sözleşme ile kanundakinden daha ağır bir
nisap kararlaştırılmışsa ve alınan genel kurul kararı esas sözleşmeyle
belirtilen nisap oluşmadan alınmışsa, genel kurul kararını alan nisabın kanunî
nisabı oluşturup oluşturmadığına bakılması gerekmektedir. Eğer esas sözleşmesel
nisap oluşmamış olmasına rağmen kanuni nisap oluşmuşsa karar, esas sözleşmeye
aykırılık nedeniyle iptal edilebilir nitelikte kabul edilecek; ancak kanundaki
nisap dahi oluşmamışsa kararın “hükümsüz” olduğu sonucuna varılacaktır. İMREGÜN
tarafından da kanunun emredici hükümlerini daha da ağırlaştıran esas sözleşme
hükümlerinin, kanun hükmünü ağırlaştırdığı oranda sözleşme hükmü kabul
edileceği ve bu nedenle bunlara aykırılın esas sözleşme hükümlerine aykırılık
niteliği taşıyarak iptal davasının konusunu oluşturtabileceği savunulmaktadır.
2. Genel
Kurul Çağrısının Yetkisiz Organ ya da Kişi Tarafından Yapılması
Genel kurul
toplantısından önce genel kurulu toplantıya çağrıya yetkili organ tarafından
genel kurulun usulüne uygun olarak genel kurul toplantısına davet edilmesi
gerekir. Genel kurula çağrı konusunda kural olarak yönetim kurulu yetkilidir. Bunun
dışında kanunda belirtilen hallerde münferit pay sahiplerinin, azınlığın,
mahkemenin, kayyumun, iflâs idaresinin, tasfiye memurlarının da genel kurulu
toplantıya çağırma yetkisi olabilir. Doktrinde genel kurulun toplantıya
çağrısının yetkili olmayan organ ya da kişilerce yapılması halinde bu şekilde
toplanan genel kurul toplantısında alınacak kararların yok hükmünde olacağı
kabul edilmektedir. Yargıtay
tarafından verilen kararlarda da genel kurulun yetkisiz organ tarafından davet
edilmesi halinde alınan genel kurul kararlarının yok hükmünde olduğu sonucuna
varılmıştır.
Bu konu, özellikle yönetim kurulunun görev süresi dolduktan sonra genel kurulu
toplantıya çağırıp çağırmayacağı tartışmasında kendini göstermektedir. Şöyle
ki; TTK’da bu konuda bir açıklık bulunmamakta ve bu nedenle doktrinde konu
tartışılmaktaydı. Doktrinde,
eğer yönetim kurulunun görevlendirme süresi üç yıldan az olarak belirlenmişse
görev süresi dolsa dahi genel kurulu toplantıya çağırabileceği; ancak görev
süresi üç yıl ise kanunda yönetim kurulunun görev süresinin üç yılı aşamayacağı
düzenlenmiş olduğundan genel kurulu toplantıya çağıramayacağı görüşü ileri
sürülmekteydi. Yeni TTK m. 410/I hükmünde bu konuda açık bir düzenleme
getirilerek süresi dolmuş olsa bile yönetim kurulu tarafından genel kurul
çağrısı yapılacağı düzenlenmiş, böylece tartışmalara son verilmiştir.
Bir diğer tartışma
konusu ise yönetim kurulunun seçimine ilişkin genel kurul kararına karşı iptal
davası açılmış ve bu dava sürerken yönetim kurulu tarafından genel kurul
toplantıya çağrılmışsa durumun ne olacağıdır. Yönetim kurulu, seçimine ilişkin
genel kurul kararın iptali davası devam ederken görevdedir. Bu konuda bir
sıkıntı yoktur. Ancak genel kurul kararı mahkeme tarafından iptal edilirse
etkilerini ortaklık içi işlerde geçmişe dönük olarak gösterecektir. Bu durumda
seçim kararı iptal edilen yönetim kurulunun görevdeyken yapmış olduğu genel
kurul daveti geçersiz olacak mıdır? Doktrinde, iptal kararının ortaklık içi
işlerde geçmişe etkili olarak sonuç doğurmasının bir sonucu olarak, seçim
kararı iptal edilen yönetim kurulunun yaptığı çağrı ile toplanan genel kurulda
alınan kararların yok hükmünde olması gerektiği; ancak böyle bir sonuca
varılmasının hukuk güvenliğini zedeleyeceği, bu nedenle de bu şekilde alınan
genel kurul kararlarının geçerli olduğunun kabul edilmesi gerektiği isabetli
olarak kabul edilmektedir.
3. Genel
Kurul ‘un Çağrı Prosedürüne Uyulmaksızın Toplantıya Çağrılması veya Hiç Çağrı
Yapılmamış Olması
Genel kurulun
toplantıya çağrılmasında bir diğer tartışılması gereken husus, çağrı
prosedürüdür. Yeni TTK m. 414’de çağrının şekli düzenlenmiştir. Buna göre, genel kurulun toplantıya, esas sözleşmede
gösterilen şekilde, şirketin internet sitesinde ve ticaret sicil gazetesinde
yayınlanan ilânla çağrılması gerekir. İlan toplantıdan en az iki hafta önce yapılmalıdır.
Ayrıca nama yazılı pay sahiplerine ve en az bir pay senedini ya da pay
sahipliğini ispatlayıcı belgeyi şirkete tevdi ederek adresini bildiren hamile
yazılı pay sahiplerine iadeli mektupla çağrı yapılması zorunludur. İlan ve
çağrı mektuplarında toplantının yapılacağı yer ve saat ile toplantı gündemi
belirtilmelidir. Genel kurul toplantılarında gündeme bağlılık ilkesinin esas
olması nedeniyle toplantı gündeminin önceden ilan edilmesi ve bildirilmesi
zorunludur.
Doktrinde bir görüş,
genel kurul toplantı çağrısının kanunun öngördüğü şekle uygun olarak
yapılmamasının; yani ilanın ve taahhütlü mektupla, Yeni TTK’ya göre iadeli
taahhütlü mektupla, çağrı yapılması gereken hallerde bu çağrının hiç yapılmamasının
sonucunun, o genel kurul toplantısında alınan kararların yok hükmünde sayılması
olduğu yönündedir. Buna karşılık bazı yazarlar ise
iptal davasını düzenleyen TTK. m. 381/I-I ve Yeni TTK m. 446/I-b hükmünde,
çağrının usulüne göre yapılmamış olmasının iptal sebebi olarak belirtildiğini, çağrının
usulüne uygun olarak yapılması konusunun kamu düzeniyle değil, pay sahiplerinin
menfaatleriyle ilgili olduğunu ve bu nedenle usulüne uygun olarak çağrı
yapılmadan toplanan genel kurulda alınan kararların bağlı olduğu yaptırımın
yokluk değil iptal edilebilirlik olduğunu savunmaktadır. Yargıtay ‘ın kararları
da aynı gerekçeyle bu yöndedir. İlk
görüşü savunan yazarlar, çağrıya ilişkin hükümlerin mutlak emredici olduğunu,
bu hükümlere aykırılık halinde, yani taahhütlü mektupla bildirim yükümlüğün hiç
yerine getirilmemesi ve toplantının hiç ilan ettirilmemesi hallerinde davetin
geçersiz olacağı ve dolayısıyla bu şekilde toplanan genel kurulda alınan
kararların yok hükmünde olacağı, sadece m. 381’deki ibareden hareketle emredici
bir hükme aykırılığın sonucunun iptal edilebilirlik olarak kabulünün hukuka
aykırı olduğu gerekçeleriyle iptal edilebilirlik görüşüne şiddetle karşı
çıkmaktadırlar. Ancak bu görüşü savunan yazarlara göre, aykırılık sadece ilanın
genel kurul toplantısına en geç on beş gün kala yapılması konusundaysa, başka
bir deyişle ilan içerik itibariyle gerekli unsurları taşıyor, ancak örneğin
genel kurul toplantısına bir hafta kala ilan edilmişse
ya da gerekli olan pay sahiplerine taahhütlü mektupla bildirilimle yerine adi
mektupla bildirilmişse bu durumda genel kurul kararlarının iptal edilebilirlik
yaptırımına tâbi olduğunu kabul etmektedirler.
MOROĞLU,
bazı pay sahiplerine genel kurul çağrısı yapılmış, bazılarına yapılmamışsa bu
genel kurulda alınan kararların yok hükmünde olduğunu savunmaktadır. Bu görüşün
gerekçesi, aksinin kabulü halinde genel kurulu toplamaya yetkili olan organ
tarafından bazı pay sahiplerinin kasıtlı olarak toplantıdan uzak tutma çabası
içine girmeleri konusunda cesaretlenecekleri ve hukuk güvenliğinin zedeleneceği
düşüncesidir. Ancak TEOMAN bu görüşe karşı çıkmaktadır. Şöyle ki; yazara göre,
böyle bir yaklaşım özellikle çok ortaklı şirketlerde kötüye kullanılabilir.
Buna örnek olarak 100 paylı bir anonim şirketi vermektedir. 99 payın sahibine
gerekli şekilde davet yapılmış, buna karşılık tek bir payın sahibine davet
yapılması sehven unutulmuşsa o genel kurulda alınan kararlarının yok
addedilmesi hukuk güvenliğine aykırı olacaktır. Kendisine davet yapılmayan bir
payın sahibi, genel kurul toplantısı üzerinden yıllar geçtikten sonra yokluğun
tespiti davası açabilecektir. Gerçekten
de böyle bir durumda genel kurul kararlarının yokluğundan söz etmek mümkün
olmamalıdır. Bu durumda kendisine çağrı yapılmadığını iddia eden pay sahibinin
iptal davası açma hakkı olduğunu kabul etmek isabetli olacaktır. Aksi takdirde;
toplantıya katılan pay sahiplerinin büyük çoğunluğu ya da tamamı tarafından
olumlu oy verilerek kabul edilen bir genel kurul kararının sadece bir payın
sahibine davet gönderilmemiş olması nedeniyle yok hükmünde olması sonucu
doğacaktır ki böyle bir sonucun kabulü mümkün değildir.
ODMAN BOZTOSUN’a göre
esas ölçüt gündemin ilânıdır. Yazara göre, eğer genel kurul gündemi, Ticaret
Sicil Gazetesi’nde, şirketin internet sitesinde veya herhangi bir şekilde ilân
edilmişse, artık çağrı usulüne uygun olmasa bile genel kurulda alınan kararlar
iptal edilebilir niteliktedir. Buna karşılık hiçbir şekilde gündem ilân
edilmemiş ve bu şekilde genel kurul toplanmışsa, TTK m. 370 hariç olmak üzere,
o genel kurulda alınan kararların tamamı yok hükmündedir.
Genel kurul
toplantısına çağrıdaki aykırılık, ortaklığın ünvanının, toplantı yer ve
zamanının, toplantı gündeminin tam olarak belirtilmemesine dayanıyorsa bu
toplantıda alınacak kararların iptal edilebilirlik yaptırımına tabi olduğu doktrinde
savunulmaktadır.
Buna karşılık MOROĞLU, toplantı yer ve zamanının pay sahiplerince tayin
edilmesine imkân vermeyen bir çağrı üzerine yapılan genel kurulda alınan
kararların yok hükmünde olduğunu isabetli olarak belirtmektedir. Bir
diğer görüşe göre ise, gündemin belirtilmemiş ya da eksik belirtilmiş olması
ile hiç çağrı yapılmamış olması arasında bir fark yoktur. Her ikisi de pay
sahiplerinin haklarını eşit şekilde korur. Bu nedenle çağrı ya da ilanda
gündemin belirtilmemiş olması halinde o genel kurul toplantısında alınan
kararlar yok hükmündedir.
Sonuç itibariyle
kanaatimizce, genel kurul davet ve ilânı hiç yapılmamış ya da yapılmış ancak
gündem tam olarak belirtilmemiş veya toplantı yer ve zamanı belirtilmemişse o
genel kurul toplantısında alınan kararlar yok hükmünde olacaktır. Buna
karşılık; toplantı çağrısı gündemi, toplantı yer ve zamanını tam olarak ihtiva
eder şekilde herhangi bir araçla ilân edilmiş veya bazı pay sahiplerine
herhangi bir şekilde bildirilmişse, iadeli taahhütlü mektupla bildirilmesi
gereken bazı pay sahiplerine hiç bildirim yapılmamış olsa dahi artık bu genel
kurulda alınan kararların yokluğundan değil, iptal edilebilirliğinden söz etmek
gerekecektir.
4. Genel
Kurul Toplantı Tutanağının Bakanlık Temsilcisi Tarafından İmzalanmamış Olması
TTK m. 378/II’de genel
kurul kararlarının geçerli olması için tutanağın m. 297 ‘de belirtilen şekilde
tutulması gerektiği düzenlenmiş, m. 297’de ise hükümet komiserinin tutanağı
imzalaması, alınan kararların geçerliliği için zorunlu kılınmıştır. Yeni TTK m.
422’de hükümet komiseri yerine bakanlık temsilcisi kavramı kullanılmış ve
tutanağın geçerli olması için bakanlık temsilcisi tarafından imzalanması
gerektiği düzenlenmiştir. Ancak m. 407’ye göre bakanlık temsilcisinin genel
kurul toplantısında bulunma zorunluluğu, kuruluşu izne bağlı anonim şirketlerde
sınırlandırılmıştır. Ayrıca diğer şirketlerde hangi hallerde bakanlık
temsilcisi bulunacağı konusu Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca çıkarılacak
yönetmelik ile belirlenecektir. Bunun dışındaki diğer anonim şirketlerin genel
kurul toplantılarında bakanlık temsilcisi bulunmayacaktır.
TTK 378/II’de açıkça
genel kurul kararlarının geçerli olması için hükümet komiserinin tutanağı
imzalaması gerektiği düzenlenmiş olduğundan, tutanağın hükümet komiseri
tarafından imzalanmaması halinde o genel kurulda alınan kararlar yok hükmünde
olacaktır.
Aynı şekilde genel kurul toplantısında hükümet komiserinin hiç bulunmaması
halinde de genel kurul kararları evleviyetle yok hükmünde sayılacaktır. Yeni
TTK’da bu sadece bakanlık temsilcisinin katılmasının zorunlu olduğu şirketler
yönünden söz konusudur.
5. Çağrısız
Genel Kurul Toplantısında Ortaklardan En Az Birinin Toplantıyı Terk Etmesi
TTK m. 370 ve Yeni TTK
m. 416’ya göre, tüm pay sahiplerinin ya da temsilcilerinin hazır olması ve
hiçbirinin itirazı bulunmaması halinde, kanundaki çağrı prosedürüne
uyulmaksızın genel kurul toplantısı yapılabilir. Bu şekilde yapılan çağrısız
genel kurullarda tüm pay sahipleri hazır bulunduğu için gündeme bağlılık kuralı
söz konusu değildir. Çağrısız genel kurulun yapılabilmesi için gerekli olan
koşul, tüm pay sahipleri ya da temsilcilerinin hazır olması ve bunlardan
hiçbirinin itirazda bulunmamasıdır. Bu, karar alınmasında oy birliği arandığı
anlamına gelmeyip toplantı yeter sayısının tüm pay sahiplerinin katılımı olduğu
anlamına gelmektedir.
Çağrısız genel kurul
toplantısında pay sahiplerinden biri dahi toplantıyı terk ederse artık
toplantıya devam edilemez. Bu andan itibaren artık genel kurul toplantısı
yoktur; buna bağlı olarak bu andan itibaren karar alınmışsa bu genel kurul
kararları da yok hükmündedir. Yargıtay’ın kararları da bu yöndedir.
6. Gündem
Dışında Kalan Konularda Alınan Kararlar
TTK m. 369 ve Yeni TTK m. 413/II’ye göre, genel
kurul toplantısında gündemde bulunmayan konular görüşülemez ve karara
bağlanamaz. Buna göre temel kural, gündeme bağlılık ilkesidir. Doktrinde
isabetli olarak kabul edilen bir görüşe göre, gündeme bağlılık ilkesine
aykırılık halinde, başka bir deyişle gündemde belirtilememiş olan konularda
karar alınması halinde alınan kararlar yok hükmündedir.
Doktrindeki ayrıca gündem dışı alınan kararların iptal edilebilir nitelikte
olduğunu
ya da bâtıl olduğunu kabul eden görüşler de vardır.
Gündeme bağlılık ilkesinin TTK’daki tek istisnası
çağrısız genel kurul toplantısıdır. Bunun dışında doktrinde, yönetim kurulunun
genel kurulda ibra edilmemesi halinde yönetim kurulunun azli ile yeni bir
yönetim kurulu seçimine karar verilip verilemeyeceği tartışılmakta idi. Bazı
yazarlar gündeme bağlılık ilkesinin tek istisnasının çağrısız genel kurul
olduğu, bunun dışında genel kurulda karara bağlanacak her konunun mutlaka
gündemde bulunması gerektiği, yönetim kurulunun azli ile yeni yönetim kurulu
seçimi konularının gündemde açıkça bulunmadığı hallerde bunun mümkün olmadığı
görüşünde iken, bazı yazarlar
ise sadece gündeme bağlılık ilkesinin gerekçe gösterilerek ibra edilmeyen bir
yönetim kurulu ile şirkete yeni bir genel kurul toplantısına kadar devam etme
mecburiyetinin yüklenmesinin mümkün olmadığı, açıkça şirketi zarara uğrattığı,
yolsuzluk yaptığı anlaşılan yönetim kurulunun bir süre daha görevde tutularak
şirketin zararlarının artmasına neden olunacağı, yönetim kurulunun ibrası veya
bilançonun onayı maddesinin ayrıca sorumluluk davası açma kararı, azil kararı
ve yeni yönetim kurulu seçme kararlarını da kapsar şekilde anlaşılması
gerektiği gerekçesiyle aksi yönde görüş beyan etmişlerdir. Yeni TTK m. 413/III
konuyu açıklığa kavuşturarak yönetim kurulunun görevden alınmaları ve
yenilerinin seçimi konularının yılsonu finansal tabloların müzakeresi
maddesiyle ilgili sayıldığını açıkça hükme bağlamıştır.
B. BATIL
GENEL KURUL KARARLARI
Butlan BK 19 ve 20 (TBK
25-26)‘de düzenlenmiştir. Buna göre, konusu kanunun mutlak emredici
hükümlerine, ahlak ve adaba aykırı olan, baştan itibaren imkânsız olan konulara
ilişkin yapılan sözleşmeler butlanla malûldur. Buna göre, bir genel kurul
kararı, kanunun emredici hükümlerine ya da ahlaka ve adaba aykırıysa ya da imkânsızsa
mutlak butlanla malûl olacaktır.
Buna örnek olarak; pay sahiplerinin vazgeçilemez nitelikteki haklarının
kaldırılmasına yönelik genel kurul kararları, şirketin organlarından birinin
kaldırılmasına yönelik kararlar, ölmüş birinin yönetim kurulu üyesi seçilmesine
yönelik karar, borsada manipülasyon yapma konusunda alınan kararlar
sayılabilir.
Yeni TTK m. 447 ‘de
batıl genel kurul kararları düzenlenmiştir. Madde yeni ihdas edilmiş olup,
batıl genel kurul kararlarına ilişkin örnekleyici bir sayım yapmıştır. Buna
göre, genel kurulun özellikle,
-
Pay sahibinin genel kurula katılma,
asgari oy, dava ve kanundan kaynaklanan vazgeçilemez haklarını sınırlandıran ya
da ortadan kaldıran,
-
Pay sahibinin bilgi alma, inceleme ve
denetleme haklarını, kanunen izin verilen ölçü dışında sınırlandıran,
-
Anonim şirketlerin temel yapısını bozan
veya sermayenin korunması hükümlerine aykırı olan kararları batıldır.
Kanun
koyucunun verdiği örneklerde özellikle, pay sahiplerinin vazgeçilemez hakları
ile bilgi alma ve denetleme hakkını, şirketin temel yapısını ve sermayenin
korunması ilkesi gereği alacaklıları koruma gayesine öncelik verdiği
görülmektedir.
Emredici hukuk
kurallarına, ahlaka ve adaba aykırılık ya da imkânsızlık nedeniyle batıl olan
kararlara karşı ancak tespit davası açılabilir. Dava süreye bağlı olmayıp her
zaman açılabilir.
Ayrıca genel kurul kararının bâtıl olduğu hâkim tarafından re’sen nazara
alınır; teknik anlamda bir def’i değil, itirazdır. Dava
sonunda verilecek hüküm inşaî değil, açıklayıcı olacaktır. Tespit davasını açan
kişinin bu davada bir menfaati olması gerekir.
Ayrıca tespit davası her ne kadar herhangi bir süreye bağlı olmayıp her zaman
açılabiliyorsa da bu hakkın TMK m. 2 ‘ye aykırı olarak kullanılmaması gerekir. Bir
bâtıl genel kurul kararının uzun yıllarca uygulanmasına ve bu kararın varlığını
bilmesine rağmen ses çıkarmamış olan pay sahibinin bir süre sonra kendi
menfaatlerinin zedelenmeye başlaması üzerine butlan tespit davası açması,
hakkın kötüye kullanılması teşkil edecektir.
Aynı durum yokluk halinde de geçerlidir.
Doktrinde bir genel
kurul kararının batıl mı yoksa iptal edilebilir mi olduğu konusunda duraksama
yaşanması halinde, kararın iptal edilebilir olduğunun kabul edilmesi gerektiği
vurgulanmıştır.
Aslında genel kurul kararının yokluğu ya da hükümsüzlüğü hali olmasına rağmen
genel kurul kararına karşı iptal davası açılmışsa, hâkimin re’sen durumu
gözetip yerine göre yokluk ya da butlanın tespitine karar vermesi gerekir.
Yokluk ya da butlan kamu düzenine ilişkin olup hâkim tarafından re’sen
değerlendirilmesi gereken konulardır. Bu nedenle hâkimin bu şekilde bir
yaklaşımla tespit kararı vermesi, taleple bağlılık ilkesine aykırılık teşkil
etmeyecektir.
III. GENEL
KURUL KARARLARINA KARŞI İPTAL DAVASI
A. İPTAL
EDİLEBİLECEK GENEL KURUL KARARLARI
1. Mevcut
Bir Genel Kurul Kararı Olmalı
Genel kurul kararına
karşı iptal davası açılabilmesi için öncelikle sakat da olsa doğmuş bir genel
kurul kararı bulunması gerekir. Hukuki niteliği itibariyle yok hükmündeki ya da
batıl bir genel kurul kararına karşı iptal davası açılamaz, ancak tespit davası
açılabilir. Bu konuyu yukarıda ayrıntılı olarak incelediğimizi için burada
tekrar üzerinde durmayacağız.
2. Olumsuz
Genel Kurul Kararları
Doktrinde tartışılan bir
konu, olumsuz genel kurul kararları
hakkında iptal davası açılıp açılamayacağıdır. Şöyle ki; genel kurulda oylamaya
sunulan bir husus hakkında ret oyları çoğunlukta olduğu için ret kararı
çıkmışsa bu ret kararına karşı iptal davası açılabilecek midir?
Doktrinde bir kısım
yazarlar,
ret kararının da bir genel kurul kararı olduğunu, nitelik itibariyle olumsuz
genel kurul kararı olduğunu ve bu nedenle iptal davasına konu olabileceğini
savunmaktadır. Bir kısım yazarlar ise,
olumsuz genel kurul kararlarına karşı iptal davası açılmasında hukuki yarar
bulunmadığını, zaten olumsuz bir kararın iptaline karar verilmiş olması halinde
bu mahkeme kararının genel kurulun iradesi yerine geçerek olumlu karar verilmiş
gibi bir sonuç yaratmasının mümkün olmadığını, mahkemenin genel kurul
kararlarının yerine yenisini koyamayacağını, bu nedenle olumsuz kararlara karşı
iptal davası açılmasının müspet bir fayda sağlamayacağını ifade etmektedirler. Doktrindeki
üçüncü görüş ise kesin bir yargıya varmaktansa somut olayın özelliklerine göre,
iptal davası açmakta hukuki bir yararın bulunup bulunmadığının
değerlendirilerek bir sonuca ulaşmak gerektiği yönündedir. POROY tarafından
desteklenen bu görüşe göre, iptal kararı düzeltici değil, sadece iptal
edicidir. Bu nedenle kural olarak olumsuz bir genel kurul kararının iptali
yarar sağlamaz. Ancak bu kuralın bazı istisnaları olabilir. Örneğin, kötü
yönetim gösteren bir yönetim kurulu üyesinin azli teklifinin reddine ilişkin
olarak verilmiş bir genel kurul kararının iptalinin istenmesinde yarar vardır.
Şöyle ki; eğer mahkeme tarafından bu kararın iptaline karar verilirse onu bir
kez daha genel kurula getirilecek ve iptal kararı çerçevesinde bir karar
verilecektir.
POROY ayrıca esas sözleşmede, genel kurulda reddedilen bir teklifin bir yıl
süreyle tekrar genel kurula getirilemeyeceği gibi bir düzenleme bulunması
halinde ret kararının iptali ile bu sürenin beklenmesine gerek kalmayacağını
belirtmiştir.
Ancak mahkemelerdeki iş yükü ve davaların sonuçlanmasının uzun zaman alması
gerçeği karşısında bu dayanağın şartlarla çok uyumlu olmadığı söylenebilir.
Olumsuz genel kurul
kararlarının iptalinde hukuki menfaatin bulunup bulunmadığı konusunda
verilebilecek bir örnek, yönetim kurulunun ibra edilmemesi kararıdır. İbra
edilmeyen yönetim kurulu hakkında sorumluluk davası açılabileceği gibi, haksız
olarak ibra edilmemenin yönetim kurulu üyelerinde olumsuz manevi etkiler
oluşturacağı şüphe götürmez. Bu durumda yönetim kurulu üyeleri ibra edilmeme
kararının, örneğin yetkisiz kişilerin kullandıkları oylar ile alınmış olması
gibi kararın iptalini gerektiren şartların bulunduğu hallerde, bu genel kurul
kararına karşı iptal davası açabilirler mi? Yönetim kurulu tarafından açılan
iptal davası, yönetim kurulu aleyhine sorumluluk davası açılması halinde
bekletici mesele yapılacak; öncelikle ibra edilmeme kararının iptal edilip
edilemeyeceği karara bağlanacak, iptal edilmemesi halinde sorumluluk davası
incelenecektir. Buna karşılık ibra kararı iptal edilirse ne olacaktır? İbra
edilmeme kararının mahkemece iptal edilmiş olması, tek başına bir ibra kararı
sonucu doğurmayacaktır.
Şöyle ki; mahkemece verilen iptal kararı genel kurul iradesi yerine geçerek
yeni bir karar oluşturmaz; sadece mevcut kararı ortadan kaldırır. Bu durumda
olsa olsa mahkemenin iptal gerekçeleri nazara alınarak konu yeniden bir sonraki
genel kurulda oya sunulabilir. Sonuç itibariyle bu halde, iptal kararının
gerçekte bir menfaat sağladığı düşünülemez. Yargıtay 2005 yılında vermiş olduğu
bir kararında yönetim kurulunun, genel kurul tarafından verilen ibra etmeme
kararına karşı iptal davası açabilmesi için, yönetim kurulu hakkında açılan bir
sorumluluk davasının bulunması gerektiğine, haklarında sorumluluk davası
açılmadıkça ibra edilmeme kararının iptalini isteyemeyeceklerine karar vermiştir.
Yargıtay tarafından verilmiş olan bu karara katılmıyoruz. Kaldı ki bu yöndeki
kararların Yeni TTK karşısında devam etmesi söz konusu olamaz; çünkü m. 560 ‘a
göre sorumluluk davası için öngörülen zamanaşımı süreleri 2 ve 5 yıldır.
3. İmtiyazlı
Pay Sahipleri Genel Kurulu (İPGK) Kararlarının İptali
İmtiyazlı pay sahipleri
genel kurulu, TTK m. 389, Yeni TTK m. 454 ‘de düzenlenmiştir. TTK m. 389 ‘a
göre, esas sermayenin arttırılmasına ilişkin genel kurul kararları ile
imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını etkileyecek nitelikte olması kaydıyla esas
sözleşme değişikliği hakkındaki genel kurul kararlarının uygulanabilmesi için
İPGK onayı gerekir. Görüldüğü üzere TTK’nın bu hükmü, sadece esas sözleşme
değişikliklerinde imtiyazlı pay sahiplerinin haklarının etkilenecek olması
halinde İPGK onayı ararken, esas sermaye artırımlarında bu koşulun bulunup
bulunmadığına bakılmaksızın her halükarda İPGK onayı aramaktadır. Yeni TTK m.
454 ‘de ise esas sermaye artırımı kararları için de aynı koşul aranmış; başka
bir deyişle sermaye artırımı kararı imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını
etkilemeyecek ise İPGK onayını gerekli kılmamıştır. Üzerinde durulması gereken
bir diğer önemli husus, İPGK onayının genel kurul kararının geçerliliği
yönünden bir etkisinin bulunmadığı, sadece bu genel kurul kararının infaz
edilebilmesi için zorunlu olduğudur. Konumuzun kapsamı yönünden İPGK hakkında
daha fazla ayrıntıya girilmeyecektir.
Doktrinde mevcut TTK’da
açık düzenleme bulunmaması nedeniyle tartışılan bir konu, İPGK kararlarına
karşı iptal davası açılıp açılamayacağıdır. Doktrinde kabul edilen görüşe göre,
İPGK tarafından genel kurul kararının onaylanmasına karar verilmişse bu durumda
iptal davasına konu olacak karar İPGK kararı değil, genel kurul kararıdır.
Ancak İPGK tarafından genel kurul kararının onaylanmaması yönünde olumsuz bir
karar verilmişse bu durumda bu İPGK kararında karşı iptal davası
açılamayacaktır. Aksi halde, imtiyazlı pay sahiplerine tanınan bu hakkın hiçbir
güvencesi kalmayacaktır. Ayrıca doktrindeki
bir diğer hareket noktası, onaylamama kararına karşı bir iptal davası
açılabileceği düşünülecek olursa iptal davasının kabulü halinde durumun ne
olacağıdır. Mahkeme kararı genel kurul iradesi yerine geçemeyeceğine göre bu
davanın bir yararı olmayacaktır. Doktrindeki bir diğer görüş,
İPGK kararlarının da genel kurul kararlarının bağlı olduğu iptal davasına konu
olabileceği yönündedir. Ancak davalının anonim şirket tüzel kişiliği mi yoksa
imtiyazlı pay sahiplerinden karara oy verenler mi olacağı, eğer ikincisi tercih
edilecekse ve olumlu oy veren imtiyazlı pay sahibi sayısı çok yüksekse davada
taraf teşkilinin ne şekilde sağlanacağı gibi konular doktrinde net bir sonuca
bağlanamamıştır.
Yeni TTK m. 454/VII
hükmünde getirilen açık düzenleme karşısında doktrindeki bu tartışma sona
ermiştir. Kanun koyucu getirdiği yeni düzenlemeyle, İPGK’nın (kanun koyucu
bunun yerine “imtiyazlı pay sahipleri özel kurulu” ifadesine yer vermiştir) onaylamama
yönündeki olumsuz kararlarına karşı yönetim kurulu tarafından, söz konusu genel
kurul kararının imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını ihlal etmediği
gerekçesiyle iptal davası açılabileceğini hükme bağlamıştır. Dava, onaylamama
kararından itibaren bir aylık hak düşürücü süre içinde açılacaktır. Ayrıca
yönetim kurulu tarafından açılan bu davada, İPGK’nın onaylamama kararının
iptali ve genel kurul kararının tescili talep edilecektir. Dava, olumsuz oy
kullananlara yöneltilecektir. Karar, imtiyazlı pay sahipleri genel kurulunca
bir tutanakla şirket yönetimine bildirilecek; ayrıca bu tutanakta iptal
davasının yönlendirilebilmesi için ortak bir tebligat adresi de
belirtilecektir.
4. Azınlık
Pay Sahiplerinin Kararlarının İptali
Kanun
koyucunun azınlık pay sahiplerine tanıdığı çok önemli birtakım haklar vardır.
Azınlık pay sahiplerinin kararlarının genel kurul kararı niteliğinde olduğu ve
bu nedenle bu kararlar hakkında iptal davası açılabileceği doktrinde bir kısım
yazarlar tarafından savunulmaktadır.
Ayrıca Yargıtay tarafından bu görüş bazı eski tarihli kararlarda
benimsenmiştir. Yargıtay 1974 tarihli bir kararında
azınlık pay sahipleri kararlarına karşı açılan iptal davalarında hasım olarak
kararı veren azınlık pay sahiplerinin gösterilmesi gerektiğini belirterek
azınlık pay sahipleri kararlarına karşı iptal davası açılabileceğini kabul
etmiştir.
Doktrinde
bir diğer görüş, azınlık pay sahiplerinin kararlarının kanuni bir hakkın
kullanılmasının, bazı konuların daha iyi incelenmesi için mahkeme önüne götürülmesi
niteliğinde olduğunu, azınlık pay sahiplerinin kanuni bir hakkı kullanıyor
olmaları dolayısıyla bunun konu itibariyle kanuna, ahlaka, kamu düzenine aykırı
olmasının düşünülemeyeceğini ve bu kararlara karşı iptal davası açılamayacağını
savunmaktadır.
Azınlık pay sahiplerinin bir kurul niteliği bulunmadığı gibi, aldıkları
kararların bir genel kurul kararı vasfında olduğunu söylemek de mümkün
değildir. Bu nedenle, azınlık pay sahiplerinin kararlarına karşı iptal davası
açılması mümkün değildir.
B. İPTAL SEBEPLERİ
Genel Kurul
kararlarının iptal sebepleri TTK m. 381 ve Yeni TTK m. 445 ‘de düzenlenmiştir.
Her iki hüküm aynı doğrultuda olup iptal sebeplerini kanuna, esas sözleşmeye ve
dürüstlük kurallarına aykırılık olarak düzenlemiştir. TTK’da dürüstlük kuralları
yerine afakî iyiniyet kuralları ibaresi yer almaktadır. Bir genel kurul
kararının iptaline karar verilebilmesi için öncelikle sakat da olsa doğmuş bir
genel kurul kararının
ve ayrıca bu üç koşuldan birinin mutlaka bulunması gerekir.
Doktrinde bazı yazarlar
tarafından bu üç halden birinin varlığının “dava
açma şartı” olduğu ifade edilse de, bu nitelemenin doğru olduğunu söylemek
pek mümkün görünmemektedir. Şöyle ki; bir genel kurul kararının kanuna, esas
sözleşme hükümlerine ve özellikle dürüstlük kuralına aykırı olup olmadığı,
yargılama neticesinde tespit edilebilecek bir durumdur. Dava şartı ise bir
davanın dinlenebilmesi ve esasına girilebilmesi için bulunması zorunlu olan,
hâkim tarafından re’sen ön inceleme aşamasında incelenerek bulunmadığı hallerde
hiç esasa girilmeksizin dava şartı yokluğundan davanın reddine karar
verilmesini gerektiren şartlardır. İptal davasında ise ancak bu aykırılıklardan
birinin varlığı halinde genel kurul kararının iptaline karar verilecektir; yani
bu koşullardan birinin bulunması teknik anlamda bir dava şartı değil, davanın
esasına ilişkin bir dayanaktır.
1. Genel Kurul Kararının Kanuna Aykırı
Olması
Kanun koyucu
genel kurul kararlarının iptali sebepleri arasında, genel kurul kararının
kanuna aykırı olması halini düzenlemiştir. Kanuna aykırılık ile sadece TTK
değil, tüm yasal mevzuat kastedilmektedir. Kanunda
bu şekilde bir düzenleme yapılması doktrinde birçok tartışmalara neden
olmuştur. Zira, kanun hükümleri emredici, düzenleyici ve yedek hükümler
şeklinde üç türlü olabilir. Emredici hukuk kurallarına aykırılık halinde mutlak
butlan söz konusu olacakken, düzenleyici ve yedek hukuk kurallarının taraflarca
aksinin kararlaştırılması mümkündür. Bu nedenle doktrinde HİRŞ tarafından,
genel kurul kararlarının mutlak butlanla batıl olmasının, kanunun açık hükmü
karşısında mümkün olmayacağı, emredici hukuk kurallarına aykırı olsa dahi
müeyyidenin mutlak butlan değil, iptal edilebilirlik olduğu ileri sürülmüştür.
Ancak böyle bir yaklaşımın kabul edilmesi, yukarıda yaptığımız açıklamalar
çerçevesinde mümkün değildir.
Doktrinde emredici hukuk kuralının koruduğu menfaate göre
bir ayrım yapılarak bir sonuca varılması baskın olarak kabul edilmektedir. Buna
göre; eğer emredici kanun hükmü kamu düzenine ilişkinse burada bir yokluk ya da
butlan hali bulunacak; ancak kanun hükmü pay sahibinin menfaati korumaya
yönelikse iptal edilebilirlik gündeme gelecektir. Doktrinde
bazı yazarlar tarafından,
kamu düzenine ilişkin olan emredici hükümler mutlak emredici hükümler, pay
sahiplerinin çıkarlarına yönelik hükümlerse nispî emredici hükümler olarak
tanımlanmaktadır. Bu yazarlara göre, nisbî emredici hükümlere aykırılık iptal sebebi
oluşturacaktır. Ancak emredici hükümlerin bu şekilde bir mutlak- nispî ayrımına
tâbi tutulması çok isabetli değildir.
Kanunun bu düzenlemesini irdelerken yukarıda mutlak
butlan ve yokluk hakkında yaptığımız açıklamalar esas alınmalıdır. Bu kapsamda
hukuken yok hükmünde olmayan ve batıl sayılmayan, ancak kanunun bazı
hükümlerine aykırı olan genel kurul kararlarını iptal edilebilirlik yaptırımına
bağlamak gerekecektir.
Buna yukarıda da açıkladığımız bir örneği verebiliriz: Genel Kurul toplantı
çağrısının nama yazılı pay sahipleri ile bir pay senedini şirkete tevdi ederek
adresini bildiren hamile yazılı pay sahiplerine iadeli taahhütlü mektupla
yapılması kanun koyucu tarafından düzenlenmişken, bu çağrının adi mektupla
yapılması halinde, bu şekilde yapılacak genel kurulda alınacak kararların
yaptırımının iptal edilebilirlik olduğu doktrinde kabul edilmektedir. Sonuç
itibariyle, kanun koyucu tarafından yapılan düzenleme tartışmalara son derece
açık olup içtihatlarla şekillenmektedir.
2. Genel Kurul Kararının Esas
Sözleşmeye Aykırı Olması
Esas
sözleşmedeki düzenlemelere aykırı olarak alınan bir genel kurul kararı iptal
edilebilir niteliktedir. Örneğin esas sözleşmede yönetim kurulunun üç üyeden
oluşacağı ve tüm üyelerin üniversite mezunları arasından seçileceği yönünde bir
hüküm olmasına rağmen, ilkokul mezunu bir kişinin yönetim kurulu üyesi
seçilmesi halinde esas sözleşme hükmüne açıkça aykırılık vardır ve kararın
iptali hakkında dava açılabilir.
Bir emredici kanun hükmünün esas sözleşmeye alınmış olması,
buna aykırılığın esas sözleşmeye aykırılık oluşturması sonucunu doğurmaz. Şöyle
ki; emredici bir hükmün esas sözleşmeye yazılması o hükmü, bir sözleşme hükmü
haline getirmeyeceği gibi; aykırılık halinde esas sözleşme hükmüne değil,
kanunun emredici hükmüne aykırılık oluşacaktır.
3. Genel Kurul Kararının Dürüstlük
Kuralına Aykırı Olması
Dürüstlük kurallarına aykırı genel kurul kararlarının
iptali konusunda iptal davası açılabilir. Kanun koyucunun bu düzenlemedeki
amacı, görünüş itibariyle kanuna ve esas sözleşmeye uygun görünen; ancak içerik
itibariyle bireysel pay sahiplerinin ya da azınlık pay sahiplerinin haklarını
ihlal eden kararların önüne geçmektir.
Buna örnek olarak, şirketin sermaye yapısı gerektirmediği halde yeterli
ekonomik gücü bulunmayan pay sahiplerinin şirketteki pay oranlarını düşürmek
amacıyla alınan sermaye artırımı kararı verilebilir.
Genel kurul kararının iptali için kararın dürüstlük
kuralına aykırı olması yeterli olmayıp, bunun sırf azınlık pay sahiplerini
ızrar kasdı güttüğünün kanıtlanması gerekir. Bunun için karar alan çoğunluğun
yetkilerini aşikâr bir şekilde azınlığı ızrar edecek tarzda kullanılması
şarttır.
Burada göz önünde tutulması gereken bir ilke, “hakların başkalarına zarar vermeden ya da
en az zararı vererek kullanılması ilkesi”dir. Bu ilkeye göre, eğer hakların
elde edilmesini sağlayabilecek birden fazla alternatif varsa, bunlar arasından
başkalarına zarar vermeyen ya da en az zarar veren seçilmelidir. Aksi halde
alınan genel kurul kararı, dürüstlük kuralına aykırılık nedeniyle iptal
edilebilir bir karar olacaktır.
C. İPTAL DAVASI AÇABİLECEK KİŞİLER
TTK m. 381 ve
Yeni TTK m. 446, iptal davası açabilecek kişileri belirlemiştir. Buna göre; pay
sahipleri, yönetim kurulu ve genel kurul kararının uygulanmasının kişisel
sorumluluğunu gerektirecek olan yönetim kurulu üyelerinden her biri genel kurul
kararlarına karşı iptal davası açabilir.
Bu çalışmamızın konusu pay sahiplerinin genel kurul
kararlarına karşı iptal davası açma hakkı olduğu için çalışmamızda sadece, pay
sahiplerinin hangi durumlarda iptal davası açabileceği incelenecektir.
Pay sahipleri tarafından açılan iptal davasında davacı
pay sahibinin dava sonuna kadar pay sahipliği sıfatını taşıması gerekir.
Eğer dava açıldıktan sonra herhangi bir sebeple pay sahipliği sıfatı sona
ermişse taraf sıfatı ortadan kalkacağından dava reddedilecektir.
Yargıtay’ın içtihatlarında da pay sahibinin pay sahipliği sıfatının karar
kesinleşene kadar devam etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak pay sahipliği
sıfatı, ölüm, şirket birleşmesi gibi küllî halefiyet halleriyle üçüncü bir
kişiye intikal ettiyse, davacılık sıfatı da küllî halefe geçecektir. İptal
davası açan pay sahibi hakkında önceden başlatılmış ve devam eden bir ıskat
prosedürü varsa bunun bekletici mesele yapılması doktrinde savunulan bir
görüştür.
Pay sahibinin pay senedi üzerinde bir üçüncü kişiye
intifa hakkı tesis etmesi halinde iptal davası açma hakkının kime ait olacağı
konusunda doktrinde üç farklı görüş vardır. Birinci görüşe göre,
iptal davası açma hakkı kuru mülkiyet sahibi olan pay sahibine aittir. İkinci
görüşe göre;
haklı bir menfaatin korunması ilkesi gereğince, iptal davası açma hakkının
somut olaydaki duruma göre menfaati ağır basan tarafa; yani bazen kuru mülkiyet
sahibine bazense intifa hakkı sahibine tanınması gerekir. Ancak kuru mülkiyet
sahibine iptal davası açma hakkı tanındığında, pay sahibi genel kurul
toplantısına katılmamış olduğundan muhalefet şerhi koşulundan muaf tutulması
gerekir. Üçüncü görüş ise iptal
davası açma hakkının intifa hakkı sahibine tanınması gerektiği yönündedir. Aksi
halde iptal davası açma hakkından ayrı olarak intifa hakkı sahibine verilen oy
hakkının içeriği ve etkisi zayıflamış olacaktır. Ancak intifa hakkı sahibi bu
hakkını kullanırken pay sahibinin de menfaatlerini gözetmek zorundadır. Tarafımızca
ikinci görüş desteklenmekte olup, kural olarak iptal davası açma hakkı intifa
hakkı sahibine ait olmakla birlikte, genel kurul kararlarının pay sahibinin
menfaatlerini etkiliyor olması halinde pay sahibinin de iptal davası açmakta
menfaati olduğunu kabul etmek gerekecektir. Aynı durum payın bir kısmı üzerinde
intifa hakkı bulunması halinde de geçerlidir.
Üzerinde hapis hakkı bulunan paylarda ise genel kurula
katılma ve oy hakkı pay sahibine ait olduğundan genel kurul kararına karşı
iptal davası açma hakkı da pay sahibine ait olacaktır.
1. Genel Kurul Toplantısına Katılan
Pay Sahiplerine Özgü Koşullar
Genel kurul
toplantına katılan pay sahiplerinin genel kurul kararına karşı iptal davası
açma hakkına sahip olacağı durumlardan ilki, Yeni TTK m. 446/I-a (TTK m.
381/I-1) hükmüne göre, toplantıya katılan pay sahibinin karara olumsuz oy
vermiş olması ve muhalefetini tutanağa geçirtmiş olması halidir. Bu hükme göre,
genel kurul toplantısına katılan pay sahibinin, genel kurul kararına karşı
iptal davası açabilmesi için sadece olumsuz oy kullanmış olması yetmez, ayrıca
muhalefetini açıkça tutanağa geçirtmiş olması gerekir. Muhalefetini tutanağa geçirtmeksizin
sadece olumsuz oy verdiğini ileri sürerek iptal davası açması mümkün değildir. Buna
karşılık, muhalefetin tutanağa geçirilmesi çok dar yorumlanmamalıdır. Önemli
olan, pay sahibinin olumsuz oy vermiş ve olumsuz oy verdiğinin toplantı
tutanağından açıkça anlaşılabiliyor olmasıdır. Ancak
doktrinde, pay sahibinin olumsuz oy vermiş olmasına ve muhalefet şerhinin
tutanağa geçirilmesini istemesine rağmen, muhalefet şerhini tutanağa
geçirtemediyse, bunu her türlü delil ile ispat ederek karara karşı iptal davası
açabilir.
Muhalefet şerhinin tutanaktan başka bir kâğıda yazılarak verilmesi de mümkündür.
Tutanağa sadece muhalefetin geçirilmesi yeterlidir; ayrıca gerekçe
gösterilmesine gerek yoktur.
Ancak Yargıtay bu konuda farklı kararlar vermiş olup bazı kararlarında gerekçe
yazılmasına gerek görmezken bazı kararlarında gerekçe yazılmasını zorunlu
kılmıştır. Yargıtay’ın yakın tarihli kararlarına bakıldığında böyle bir koşul
aramadığı görülmektedir. Pay
sahibi tutanağa muhalefet şerhi ile birlikte gerekçesini de geçirtmiş olsa da
burada belirtilen gerekçe ile bağlı olmayacak, iptal davasında farklı
gerekçelere dayanabilecektir. Çekimser oy veren pay sahibi iptal davası açamaz. Sonuç
itibariyle bu davada dava şartı, genel kurul toplantısına katılıp olumsuz oy
vermek ve muhalefet şerhini tutanağa geçirtmektir. Bunlarda bir eksiklik olup
olmadığı hâkim tarafından ön inceleme aşamasında incelenmeli, eksiklik
bulunması halinde esasa girilmeksizin dava şartı yokluğundan dava
reddedilmelidir. Doktrinde, hata, hile, ikrah gibi sebeplerle iradesinin
sakatlanması nedeniyle karara karşı olumlu ya da çekimser oy veren pay
sahiplerinin genel hükümlere göre oylarının iptali için dava açabileceği ve bu
şekilde oylarını iptal ettirdikten sonra da genel kurul kararına karşı iptal
davası açabileceği kabul edilmektedir.
Doktrinde bir görüşe göre, oydan yoksun pay sahiplerinin,
her ne kadar oy kullanamasalar da muhalefetlerini tutanağa geçirterek genel
kurul kararına karşı iptal davası açabileceği;
hatta muhalefet şerhini tutanağa geçirilmese dahi yine de dava hakkının
bulunduğu kabul edilmektedir.
Genel kurul toplantısına katılan pay sahibinin genel
kurul karına karşı iptal davası açabilmesi için bir diğer sebep, pay sahibinin
genel kurulda oy kullanmasının haksız olarak engellenmesidir. Pay sahibi
toplantıya katılmış; ancak oy kullanması herhangi bir şekilde ve haksız olarak engellenmişse,
oy kullanmasına haksız olarak izin verilmemişse bu pay sahibi genel kurul
kararına karşı iptal davası açabilecektir. MOROĞLU
bu durumda da oy hakkı haksız olarak engellenen pay sahibinin karara muhalif
olduğunu tutanağa geçirtmesi gerektiği görüşünde ise de, kanaatimizce pay
sahibine oy kullanmasının engellendiğini her türlü delille ispat hakkı
tanınması ve muhalefet şerhi şartı aranmaması daha isabetlidir. Şöyle ki; oy
kullanmasına dahi engel olunan pay sahibinin, karara muhalif olduğu yönünde bir
şerhi tutanağa yazdırabileceğini düşünmek pek isabetli olmayacaktır.
2. Genel Kurul Toplantısına Katılmayan
Pay Sahiplerine Özgü Koşullar
Genel kurul
toplantısına katılmayan pay sahiplerine özgü, genel kurul kararına karşı iptal
davası açma koşulu bulunup bulunmadığı konusunu TTK m. 381 ve Yeni TTK m.
446/I-b hükmünü karşılaştırarak incelemek daha doğru olacaktır.
TTK m. 381’de genel kurul toplantısına katılmayan pay
sahiplerinden açıkça söz edilmemiştir. Madde metninde sadece, “toplantıya
davetin usulü dairesinde yapılmadığını veyahut gündemin gereği gibi ilan veya
tebliğ edilmediğini” iddia eden pay sahiplerinden bahsedilmiştir. Doktrinde bu
gerekçeye dayalı olarak iptal davası açma hakkını haiz bulunan pay
sahiplerinin, toplantı çağrısı veya ilanının gereği gibi yapılmamış olması
nedeniyle toplantıdan haberdar olmadığı için genel kurul toplantısına
katılamamış olan pay sahipleri olduğu konusunda baskın bir görüş oluşmuştur. Çünkü
toplantı çağrısı ve gündemin bildirilmesi, pay sahibinin genel kurula katılıp
kendi çıkarlarını koruyabilmesi açısından çok önemli bir yere sahiptir. Eğer
çağrı gereği gibi yapılmaz, gündem tam olarak ilan edilmezse pay sahibi ya
toplantıdan haberdar olmadığı için ya da gündemin eksik bildirilmiş olması
nedeniyle bildirilen konuların kendi durumunu etkilememesi ve toplantıya
katılma gereği duymaması nedeniyle genel kurul toplantısında menfaatlerini
savunamayacaktır. Bu durum ayrıca pay sahibinin genel kurul toplantılarına
katılma ve oy verme hakkının kötüniyetli olarak engellenmesi anlamına da gelir.
Bu nedenle, eğer toplantıya katılsaydı alınan karara karşı olumsuz oy verip
muhalefet şerhini tutanağa geçirterek iptal davası açabilecek olan pay
sahibinin, çağrının gereği gibi yapılmaması ya da gündemin gereği gibi ilan
edilmemesi nedeniyle toplantıya katılamaması halinde bu hakkını elinden almamak
gerekir. Zira burada pay sahibinin toplantıya katılmaması bir keyfilikten
kaynaklanmamakta, kusurlu bir durum oluşturmamaktadır.
Yeni TTK m. 446/1-b hükmünde cümlenin başına “Toplantıda hazır bulunsun veya bulunmasın,
olumsuz oy kullanmış olsun ya da olmasın” ibaresi konmuş ve daha sonra
çağrının usulüne göre yapılmadığını, gündemin gereği gibi ilân edilmediğini ve
aşağıda inceleyeceğimiz diğer sebepleri ileri süren pay sahiplerinin genel
kurul kararının iptali davası açabilecekleri düzenlenmiştir. Kanun koyucunun bu
şekilde bir düzenleme yapmış olması birtakım tereddütleri beraberinde
getirmektedir. Şöyle ki; hükmün lafzından çıkan sonuç, toplantıya katılsa ve
hatta olumlu oy kullanmış veya çekimser kalmış bile olsa bir pay sahibinin
sadece genel kurul çağrısının usulüne uygun yapılmamış olması veya gündemin
gereği gibi ilan edilmemiş olması gerekçeleriyle genel kurul kararına karşı
iptal davası açabileceğidir. Ancak böyle bir sonuca varmak hem adalet
duygusuyla bağdaşmayacak hem de hakkın kötüye kullanımına göz yummak anlamına
gelecektir. Hükmün gerekçesine bakıldığında, maddenin, 6762 sayılı Kanun’un
381’inci maddesinin tekrarı olduğu belirtilmiştir. Bu gerekçeden hareketle
kanun koyucunun hükmün temel mantığında ve bugüne kadar yerleşmiş bilimsel ve
yargısal içtihatlarda bir değişiklik yaratma niyetiyle hareket etmediği, sadece
hükmün kaleme alınış şeklinin kötü ve yanlış yorumlanmaya müsait olduğu, bugüne
kadar konuya ilişkin olarak yerleşmiş bilimsel ve yargısal içtihatların aynen
geçerliliğini koruduğu sonucuna varılması isabetli olacaktır.
Bu davada dava şartı, çağrının gereği gibi yapılmamış
olması ya da gündemin gereği gibi ilan edilmemiş olması ile davacı pay
sahibinin genel kurul toplantısına katılmamış olmasıdır. Ancak toplantı
çağrısındaki usulsüzlüğün yokluk ya da butlan halini gerektirecek ağırlıkta
olmaması gerekir.
Aksi halde iptal davası değil, tespit davası söz konusu olacaktır. Davalı
şirket bu hususların kanunda öngörülen şekilde yerine getirdiğini, yaptırdığı
ilan, gönderdiği iadeli taahhütlü mektuba ilişkin gönderi kartıyla; ayrıca
eksiklik varsa dahi pay sahibinin toplantıya katılması halinde hazirun
cetveliyle dava şartının oluşmadığını ispat edebilir. Bu halde dava, esasa
girilmeksizin ön inceleme aşamasında dava şartı yokluğundan reddedilir. Ancak
pay sahibi toplantıya katılmadığını, hazirun cetvelindeki imzanın kendisine ait
olmadığını iddia ediyorsa mutlaka imza incelemesi yapılması ve sonucuna göre
karar verilmesi gerekir.
Toplantıya katılmayan pay sahiplerinin genel kurul
kararına karşı iptal davası açabileceği bir diğer durum, pay sahibinin genel
kurul toplantısına girmesinin engellenmesidir.
Eğer bir pay sahibinin genel kurul toplantısına katılması herhangi bir şekilde
engellenmişse pay sahibinin bu durumu ispat etmesi halinde katılamadığı genel
kurul toplantısında alınan kararların iptalini talep edebilir. Yargıtay
tarafından bu görüş benimsenmiş; bir pay sahibinin genel kurula katılmasının
haksız olarak engellenmiş olması halinde bunun tek başına kanuna, esas
sözleşmeye ve dürüstlük kuralına aykırı olduğu 1984 tarihli bir kararında
belirtilmiştir.
3. Tüm Pay Sahipleri İçin Ortak
Koşullar
Toplantıya
katılmış olsun olmasın tüm pay sahipleri için ortak bir iptal davası sebebi
bulunmaktadır ki bu, genel kurul toplantısında yetkili olmayan kişilerin
kararın oluşmasına katılmış olmasıdır. Konu TTK m. 381/I-1 ve m. 361 ile Yeni
TTK m. 446/1-b ve m. 433’de düzenlenmiştir.
TTK m. 381’de genel kurul toplantısına katılmaya yetkili
olmayan kimselerin kararın alınmasında oy kullandıklarını iddia eden pay
sahiplerinin bu karara karşı iptal davası açabileceği düzenlenmiştir. m. 361
‘de ise, pay sahiplerinden her birinin, hakkı olmayan kimselerin genel kurul
toplantısına katılmalarına karşı yönetim kuruluna itiraz edebileceği, itirazını
genel kurul tutanağına yazdırabileceği, bu kimselerin genel kurul kararına
katılması halinde ise pay sahiplerinden herhangi birinin daha önce itiraz
etmemiş olsa da bu kararın iptalini mahkemeden isteyebileceği düzenlenmiştir.
Ayrıca hükmün son cümlesinde, davalı şirket eğer yetkisiz kişinin kullandığı
oyun, kararın alınmasında etkili olmadığını ispat ederse davanın reddedileceği
hükme bağlanmıştır.
Doktrinde bu iki hükmün birbiriyle çelişki içinde
bulunduğu, m. 381’e göre davanın üç aylık hak düşürücü süreye bağlı olmasına
karşılık, m.361’de böyle bir süre öngörülmemiş olduğu, m. 361’de kararın
alınmasında etkili bulunma hususunun önem taşıdığı; ancak m. 381’e göre kararın
kanuna, esas sözleşmeye veya dürüstlük kurallarına aykırı olmasının yeterli
olduğu gerekçeleriyle birçok eleştiride bulunulmuştur.
Sonuç itibariyle bu iki hükmün birlikte değerlendirilmesi gerektiği hem
bilimsel hem yargısal içtihatlarla desteklenerek şu sonuca varılmıştır:
Yetkisiz bir kişi genel kurul kararına katılmış ve alınan kararda oy
kullanmışsa, toplantıya katılmış olsun ya da olmasın tüm pay sahipleri bu genel
kurul kararına karşı, kararın alındığı tarihten itibaren üç aylık hak düşürücü
süre içinde iptal davası açabilir. Hatta
toplantıya katılıp karar yönünde oy kullanmış olan pay sahibi dahi iptal davası
açabilecektir.
Ancak bu iptal davasında öncelikle bakılması gereken husus, yetkisiz olarak
toplantıya katılıp oy kullandığı iddia edilen kişi veya kişilerin oylarının,
kararın alınmasında etkili olup olmadığıdır. Başka bir deyişle, eğer bu kişi ya
da kişiler genel kurul toplantısında kararın oluşması yönünde oy vermemiş
olsalardı bile yetkili kişilerin verdiği oylarla bu karar zaten alınabilecekti
ise
dava reddedilecektir.
Bu husus bu davada dava şartıdır. Konu, toplantı tutanağı üzerinden incelenip
anlaşılabilecek basitliktedir. Bu nedenle hâkim tarafından öncelikle re’sen bu
husus incelenecek, eğer yetkisiz olduğu iddia edilen kişilerin oylarının
kararda bir etkisi olmadığı anlaşılıyorsa davanın dava şartı yokluğundan ön
inceleme aşamasında reddi gerekecektir. Yeni TTK 433’de iptal davası konusuna
değinilmeyip sadece toplantıdan önce yönetim kuruluna, toplantı sırasında
toplantı başkanına itiraz edilebileceği düzenlenerek, iptal davası konusu m.
446’ya bırakılmıştır. “Genel kurul kararının alınmasında etkili olma” koşulu da
m. 446’da düzenlenmiştir. Böylece
doktrinde tartışma yaratan konuya son verilmiştir.
Doktrinde bazı yazarlar,
yetkisiz kişilerin oylarının alınan kararda etkili olması yanında, ayrıca
alınan genel kurul kararının kanuna, esas sözleşmeye veya dürüstlük kuralına
aykırı olduğunun da ispatlanması gerektiğini belirtmektedir. Ancak yetkisiz
kişilerin genel kurulda oy kullanması tek başına bir kanuna aykırılıktır.
Bu nedenle kararın alınmasında etkili olduğu görülen oyları kullanan kişilerin
gerçekten yetkisiz olup olmadığı konusu davada incelenecek olan husustur. Eğer
bu kişilerin iddia edildiği gibi yetkisiz olduğu sonucuna varılırsa bu husus
kanuna aykırılık oluşturduğundan ayrıca genel kurul kararının içeriğinin
kanuna, esas sözleşmeye ya da dürüstlük kuralına aykırı olması şartı
aranmaksızın kararın iptaline karar verilecektir.
Doktrinde İMREGÜN
yetkisiz kişilerin toplantıya katılıp kararın alınmasında etkili olması halinin
sadece bu kişilerin oy kullanması ile sınırlı olmadığı ve geniş yorumlanması
gerektiği kabul edilmektedir. Bu görüşe göre, yetkisiz kişilerin genel kurulda
söz alarak genel kurulun iradesini etkilemeye çalışması durumunda da bu hüküm
uygulanabilmelidir. Meğer ki, söz alıp açıklama yapan kişi, teknik bir konuda
bilgi vermesi için başkanlığın çağrısı ya da izni ile bu konuşmayı yapmış
olsun. Buna karşılık İMREGÜN’e göre, kanun koyucu sadece “toplantıya katılma
yetkisi bulunmayan” kişilerden söz ettiğine göre, toplantıya katılma yetkisi
bulunan ancak oy kullanma yetkisi bulunmayan kişilerin, başka bir deyişle oy
hakkında yoksun pay sahiplerinin kararın alınmasında oy kullanmış olmasının bu
madde kapsamına girmeyeceği, bu kararlara karşı iptal davası açılabilmesi için
toplantıya katılanların karara muhalif kalıp muhalefet şerhini tutanağa
geçirtmiş olması, toplantıya katılmayanların ise çağrının usulüne göre
yapılmadığını ispat etmesi gerektiği savunulmaktadır.
Kanun hükmünün bu kadar katı bir şekilde lafzî olarak yorumlanması, iptal
davası açma hakkının kısıtlanması anlamına gelecektir. Öncelikle kanun koyucu
her ne kadar “toplantıya katılma yetkisi”nden söz etmiş ise de burada önemli
olan “yetkisi bulunmamasına rağmen kararın oluşmasında etkili olma” hususudur.
Bu nedenle, toplantıya katılma yetkisi olup olmadığına bakılmaksızın oy
kullanma yetkisi üzerinden hareket edilerek yetkisiz bir oy kullanma sonucu
kararın oluşmasında etki edilip edilmediğinin incelenmesi daha isabetli
olacaktır. Aksi halde; toplantıya katılma yetkisi bulunmasına rağmen oy hakkı
bulunmayan oydan yoksun pay sahiplerinin oy kullanıp kararın alınmasına etki
etmesi halinde iptal davası yoluna gidilmeyecekse hangi yol tercih edilecektir?
Bu kararların akıbeti ne olacaktır? İMREGÜN tarafından bu sorulara bir yanıt
verilmemiştir. İkinci olarak, İMREGÜN’ün görüşünün aksine, pay sahiplerinin bu
davayı açabilmesi için, toplantıya katılmışsa muhalefet şerhini zapta geçirtmiş
olması, toplantıya katılmamışsa çağrının usulüne uygun yapılmamış olduğunu
ispat koşulları aranmayacaktır.
Yetkisiz kişilerin toplantıya katılımı ile toplantı yeter
sayısı sağlanmış olabilir. Bu durumda toplantı yeter sayısı sağlanamadan bir
genel kurulun oluştuğu kabul edilemeyeceğinden bu toplantıda alınan kararların
iptal edilebilirliği değil, yokluğu söz konusu olacaktır.
Konu yukarıda açıklandığından burada daha fazla üzerinde durulmayacaktır.
D. İPTAL DAVASINDA SÜRE
Genel kurul
kararlarına karşı açılacak iptal davalarında üç aylık süre öngörülmüştür. Bu
süre nitelik itibariyle hak düşürücü süredir.
Üç aylık hak düşücü sürenin başlangıcı, genel kurul
kararının alındığı tarihtir. Ancak bu husus doktrinde,
özellikle çağrının gereği gibi yapılmaması nedeniyle toplantıya katılamayan pay
sahiplerinin iptal davası açma hakkı yönünden haklı olarak eleştirilmektedir.
Şöyle ki, pay sahibi toplantı çağrısı gereği gibi yapılmadığı için toplantıdan
haberdar olamamış ve bu nedenle toplantıya katılmamışken, bu pay sahibinin
genel kurul kararlarına karşı dava açabilmesi iççin işleyecek hak düşürücü
sürenin kararın alındığı tarihte işlemeye başlaması adil değildir. Bunun yerine
sürenin, kararın ilan tarihinden itibaren başlaması hakkaniyete daha uygundur.
Ancak maalesef bu konuda Yeni TTK’da da bir değişiklik yapılmamıştır. Yeni TTK,
ticaret sicil gazetesi ve esas sözleşmede belirtilen ilan şekli yanında ayrıca
şirketin internet sitesinde ilanı zorunlu kılmıştır. En azından ilk yapılan
ilanın tarihi süre başlanıcı için esas alınması bile, hâlihazırdaki durumda
daha adil bir sonuca varılması mümkün olabilirdi. Doktrinde bir görüş, sürenin
başlangıcı olarak toplantı tutanağın sicile tevdi edildiği tarihin esas
alınmasının daha isabetli olacağı yönündedir.
Kanun koyucunun düzenlediği bu süre, nitelik itibariyle
hak düşürücü bir süre olduğundan esas sözleşme ile sürenin uzatılması mümkün
değildir.
Aksi halde bu yöndeki esas sözleşme hükmü bâtıl olacaktır.
Ancak Yargıtay 1975 tarihli bir kararında aksi yönde karar vererek, esas
sözleşme ile sürenin başlangıcının, kararın pay sahibine tebliğ tarihi olarak
düzenlenmiş olmasını geçerli saymıştır.
E. İPTAL DAVALARINDA YETKİLİ-GÖREVLİ
MAHKEME VE TAHKİM
Genel kurul
kararlarına karşı açılacak iptal davaları, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki
asliye ticaret mahkemesinde açılır.
Şirket esas sözleşmesine, genel kurul kararlarının iptali
taleplerinde tahkime gidileceği yönünde bir hüküm konulması halinde bu şartın
geçerli olup olmadığı doktrinde tartışılmıştır. İptal davası açma hakkı pay
sahibi için müktesep bir haktır; ancak kanun koyucu bu hakkın mutlaka mahkeme
önünde kullanılması gerektiği konusunda bir düzenleme yapmamıştır.
Tahkim yoluna gidilebilmesi için bir tahkim sözleşmesinin bulunması gereklidir.
Doktrindeki bir görüşe göre,
şirket esas sözleşmesine konan tahkim şartının tüm pay sahipleri tarafından
kabul edildiği söylenebilecektir. Ayrıca esas sözleşmede şart bulunmasa da daha
sonra pay sahipleri tarafından oy birliği ile alınacak bir kararla da tahkim
yolunun kabulü mümkündür. Buna karşılık bazı yazarlarca isabetli olarak
belirtildiği üzere,
tahkim yoluna gidilerek çözümlenebilecek olan uyuşmazlıklar, tarafların kendi
aralarında anlaşma yoluyla çözmesinin mümkün olduğu uyuşmazlıklardır. Genel
kurul kararlarının iptali konusunun taraflar arasında sulhen çözümlenmesi
mümkün değildir; ayrıca kanunda yetkili ve görevli mahkeme, davaların
birleştirilmesi gibi emredici hükümlere yer verilmiş olup bunlara karşılık
tahkim yoluna gidilebileceği kabul edilemez.
F. İPTAL DAVALARINDA USUL
Genel kurul
kararlarına karşı açılan bir iptal davasının varlığı halinde, yönetim kurulu
davanın açıldığını ve duruşma gününü usulüne uygun olarak ve ayrıca şirketin
internet sitesinde ilan etmek zorundadır. Kanun koyucunun “usulüne uygun olarak
ilan”dan kastının şirket esas sözleşmesinde belirtilen şekilde ilan olduğu
kabul edilmektedir.
Bazı yazarlar, bunun yanında ticaret sicil gazetesinde de ilan gerektiğini
ifade etmektedir.
İlanın yapılmaması halinde yönetim kurulunun sorumluluğu söz konusu olacaktır.
Açılmış bir iptal davası olsa dahi mahkeme, üç aylık hak
düşürücü süre dolmadan duruşmaya başlamaz. Bunun sebebi, o genel kurul kararına
karşı başkaca davaların da açılma ihtimalinin bulunmasıdır. Açılan tüm iptal
davaları birleştirilerek tüm davalar aynı dosya üzerinden görülür. Ancak bunun
için açılan tüm iptal davalarının aynı karara ilişkin olması gerekir.
Aynı genel kurulda alınan birden fazla karar olması durumunda farklı kararlar
hakkında açılmış iptal davalarının birleştirilmesi gerekmez.
Ancak kararlar farklı olsa da iptal talebi gerekçesi aynıysa, örneğin yetkisiz
kişilerin kararın oluşumuna katılımı gibi, davaların yine birleştirilerek
görülmesinde fayda vardır. Davaların birleştirilmesi usulünün kanunda
öngörülmesinin amacı, aynı konuda birbiriyle çelişen kararlar çıkmasını önleme
ve usul ekonomisi düşüncesidir.
İptal davası açılması kararın geçerliliği üzerinde bir
etki yaratmaz. Genel kurul kararı iptal kararı verilip karar kesinleşene kadar
geçerli olarak varlığını sürdürür.
Bu nedenle yönetim kurulu bu kararı uygulamak zorundadır; aksi halde
sorumluluğu söz konusu olacaktır.
Ancak mahkeme tarafından, iptali istenen genel kurul kararının yürütmesinin
durdurulmasına karar verilebilir. Yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi
halinde karar uygulanamaz. Kanun koyucu yürütmenin durdurulması kararı
verilmeden önce yönetim kurulunun görüşünün alınmasından söz etmektedir. Ancak
derhal durdurulması gereken, aksi halde önemli zararların ortaya çıkabileceği
hallerde mahkemenin, yönetim kurulunun görüşünü almaksızın tedbir kararı
vermesi gerekir. POROY’a göre,
çok acil durumlarda henüz iptal davası açılmadan önce HUMK 104 vd. hükümlerine
göre kararın yürütmesinin durdurulması konusunda tedbir istenebilir. Hatta,
tedbir, şirket merkezinin bulunduğu yerden başka bir yerdeki asliye ticaret
mahkemesinden de istenebilir. Ancak HMK
m. 390 ‘a göre davadan önce dahi olsa sadece görevli ve yetkili mahkemeden
tedbir talep edilebilecektir. Verilen tedbir kararından sonra iki hafta içinde
asıl davanın açılması zorunludur. PULAŞLI ise isabetli olarak genel kurul
kararının iptali davası açılmadan önce tedbir istenmesinin mümkün olmadığını
savunmaktadır.
Kanun koyucu yürütmenin durdurulması kararının iptal davası açılması halinde
verilebileceğini açıkça belirtmiştir.
Şirket, aleyhine açılan iptal davası nedeniyle
oluşabilecek muhtemel zararlarına karşı davacıların teminat göstermesini
mahkemeden talep edebilir. Mahkeme takdiren davacıların teminat göstermesine
karar verebilir. Teminatın miktarı ve niteliği hâkim tarafından takdir
edilecektir. Takdir edilecek olan teminatın, dava hakkını engellemeyecek ölçü
ve miktarda olması gerekir.
Tedbir kararı verilmiş olması halinde teminat gösterilmesi zorunludur.
Doktrinde
teminatın sadece pay sahipleri tarafından açılan iptal davalarında söz konusu
olması gerektiği kabul edilmektedir. Gerekçe olarak ise, yönetim kurulun organ
olarak iptal davası açmasının bir hak olmakla birlikte aynı zamanda bir görev
de olduğu, kurul üyelerinin bireysel olarak açtıkları iptal davalarındaki
amacın ise kararın uygulanması halinde doğabilecek şahsi sorumluluğu bertaraf
etmek olduğuna dayanılmaktadır. Teminata hükmedilmiş olmasına rağmen davacı
tarafından teminatın yatırılmaması halinde davacının mahkemede hazır
bulunmadığı kabul edilerek, davalı tarafından davaya devam edilmesi halinde
davaya davacının yokluğunda devam edileceği Yargıtay tarafından kabul
edilmektedir.
Mahkeme tarafından verilen karar temyiz edilebilir.
G. İPTAL DAVASI SONUCUNDA VERİLECEK
HÜKMÜN NİTELİĞİ VE KARAR ÜZERİNDE ETKİSİ
İptal davası
sonucunda mahkeme tarafından genel kurul kararının iptaline karar verilirse bu
karar, geçmişe etkili olarak sonuç doğuracak ve genel kurul kararını, alındığı
tarihten itibaren ortadan kaldıracaktır. Bu bağlamda, mahkeme tarafından
verilen iptal kararı, inşai bir karardır. Ancak genel kurul kararı hakkında
iptal kararı verilinceye kadar iyiniyetli üçüncü kişilerle, bu karara dayalı
birtakım ilişkiler kurulmuşsa, üçüncü kişilerin iyiniyeti koruncak ve iptal
kararından bu kişiler olumsuz şekilde etkilenmeyecektir.
Mahkeme tarafından verilmiş ve kesinleşmiş olan iptal
kararının yönetim kurulu tarafından derhal ticaret sicile tescil ettirilmesi ve
internet sitesinde yayınlanması zorunludur. Ayrıca genel kurul kararı tescil
ettirilmişse bu kaydın terkini yaptırılmalı, genel kurul kararı ilan edilmişse
iptal kararı da ilan ettirilmelidir.
H. KÖTÜNİYETLE İPTAL DAVASI AÇANLARIN
SORUMLULUĞU
Kanun koyucu
genel kurul kararına karşı kötüniyetle açılan iptal davaları sonucunda şirketin
uğradığı zararların dava açanlar tarafından karşılanması gerektiğini
düzenlemiştir. Buna göre; iptal davasının davacılarından şirketin uğradığı
zararların tazmininin istenebilmesi için öncelikle açılmış olan iptal davasının
reddedilmiş ve kararın kesinleşmiş olması gerekir. Ancak bu tek başına yeterli
olmayıp ayrıca davacıların bu davayı kötüniyetle açtıklarının ispatı
gerekmektedir.
Bu şekilde tazminat talebi için şirket tarafından kötüniyetle iptal davası
açanlara karşı bir tazminat davası açılması gerekir. Yoksa, tazminat konusu
iptal davası içinde incelenip karara bağlanmaz.
Doktrinde bazı yazarlar tarafından tazminat konusunun bu
şekilde özel bir hükümle düzenlenmiş olması ve tazminata hükmedilmesi için
kötüniyetin ispatının zorunlu kılınması eleştirilmektedir.
Bu yazarlara göre, borçlar kanunundaki haksız fiil hükümlerine göre sorunun
çözülmesi mümkündür ve haksız fiil sorumluluğunda kasda varmayan kusur halinde
de tazmin yükümlülüğü ortaya çıkmakta iken TTK’da bunun kötüniyet yani kast ile
sınırlandırılması doğru bir yaklaşım değildir. İptal davasının reddi halinde
dava açan davacıların her türlü ihmal ya da kusuru halinde tazminat borcu ile
karşılaşma ihtimallerinin bulunması halinde, iptal davası açma konusuna
çekimser yaklaşacakları ve böylece pay sahipleri yönünden müktesep bir hak olan
iptal davası açma hakkına yeterli koruma sağlanamayacağı açıktır. Bu nedenle
tazminatın kötüniyet koşuluna bağlanmış olması isabetlidir.
IV. SONUÇ
Anonim şirket
genel kurullarında alınan sakatlıklar; yokluk, mutlak butlan ve iptal
edilebilirlik olarak üç ana gruba ayrılmaktadır. Bu sakatlık halleri arasında
ayrım yapılmasına ilişkin çok net ölçütler bulunmamakla birlikte, konu,
doktrinde ve yargı kararlarında tartışmalara neden olmaktadır.
Kurucu- şeklî şartların bulunmaması halinde genel kurul
kararlarının yok hükmünde, BK m. 19-20 (TBK m. 25-26) hükümlerine aykırılık
halinde mutlak butlanla malul, bunların dışında kalan kanuna aykırılık halleri
ile esas sözleşmeye ve dürüstlük kuralına aykırılık hallerinde ise iptal
edilebilirlik söz konusu olacaktır. İptal davası açma hakkı, genel kurul
toplantısından itibaren üç aylık hak düşürücü süreye bağlanmıştır. Pay
sahiplerinin iptal davası açma hakkı birtakım özellikler göstermektedir. Eğer
pay sahibi genel kurul toplantısına katılmışsa o genel kurulda alınan karara
karşı iptal davası açabilmesi için karara olumsuz oy vermiş ve muhalefetini
toplantı tutanağına geçirtmiş olması gerekir. Burada önemli olan, pay sahibinin karara muhalif kalıp olumsuz oy
verdiğinin toplantı tutanağından açıkça anlaşılabiliyor olmasıdır. Ayrıca
toplantıda oy kullanmasına haksız olarak izin verilmeyen pay sahibinin de iptal
davası açma hakkı vardır. Bu husus Yargıtay içtihatları ve doktrindeki görüş
birliği ile kabul edilmiş olup 6102 sayılı TTK’da açıkça düzenlenmiştir. Bu
durumda kanaatimizce muhalefet şerhi koşulu aranmamalı ve oy hakkının haksız
olarak engellendiği her türlü delille ispat edilebilmelidir.
Genel kurul toplantısına katılmayan pay sahibinin genel
kurul kararına karşı iptal davası açabilmesi için, genel kurul çağrısının
usulüne uygun olarak yapılmadığını ve bu nedenle kendisinin toplantıya
katılamadığını ispat etmesi gerekir. Çağrının usulüne uygun yapılmamış olmasına
rağmen pay sahibi bir şekilde toplantıdan haberdar olmuş ve toplantıya
katılmışsa artık bu gerekçeyle iptal davası açamayacaktır. Ayrıca bir pay
sahibinin toplantıya katılmasının haksız olarak engellenmesi halinde de bu pay
sahibinin o genel kurulda alınan kararlara karşı iptal davası açma hakkı
vardır.
Pay sahiplerine iptal davası hakkı veren üçüncü durum,
toplantıya yetkisiz kişilerin katılıp kararın alınmasında etkili olmuş
olmalarıdır. Bu durumda toplantıya katılsın, katılmasın, karara olumlu oy
versin ya da vermesin tüm pay sahipleri, bu genel kurul kararlarına karşı iptal
davası açma hakkını haizdir. Yetkisiz kişilerin katılımı eğer toplantı
nisabının oluşmasını sağlamışsa; başka bir deyişle yetkisiz kişiler
katılmasaydı toplantı nisabı oluşmayacak idiyse bu hâlde iptal edilebilirlik
değil, yokluk gündeme gelecektir. Zira genel kurul olmayan yerde bir genel
kurul kararının varlığından söz edilmesi de mümkün değildir.
KAYNAKÇA
● ANSAY, Tuğrul: Anonim Şirketler Hukuku, 6. Bası, Ank. 1982.
● ARSLANLI, Halil: Anonim Şirketler II-III, Anonim Şirketin
Organizasyonu ve Tahviller, İst. 1960.
● AYOĞLU,
Tolga: “Oydan Yoksun Pay Sahiplerinin Katılımı İle Alınan Genel Kurul
Kararlarının Akıbeti (TTK md. 361/3’ün Uygulama Alanı)”, Prof. Dr. Kemal
Oğuzman’a Armağan, GÜHFD, Ocak-2002, Y. 1, S. 1, s. 734- 746.
● ÇEVİK,
Osman Nuri: Anonim Şirketler, 2. Bası, Ank. 1979 (Anılış: Anonim).
● ÇEVİK,
Osman Nuri: Uygulamada Şirketler Hukuku, 2. Bası, Ank. 1994 (Anılış:
Şirketler).
● DOĞANAY,
İsmail: “Tartışmalar”, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu,
Bildiriler- Tartışmalar, s. 60-66.
● DOMANİÇ,
Hayri: Anonim Şirketler, İst. 1978.
● ERİŞ,
Gönen: Ticari İşletme ve Şirketler 2, 3. Bası (Anılış: Şirketler).
● ERİŞ,
Gönen: Açıklamalı- İçtihatlı Uygulamalı Anonim Şirketler Hukuku, Ank. 1995
(Anılış: Anonim Şirketler).
● HİRŞ, Ernest: Ticaret Hukuku Dersleri, 3. Bası, İst. 1948.
● İMREGÜN,
Oğuz: Anonim Ortaklıklar, 4. Bası, İst. 1989 (Anılış: Anonim).
● İMREGÜN,
Oğuz: Kara Ticareti Hukuku Dersleri, 12. Bası, İst. 2001 (Anılış: Kara
Ticareti).
● MOROĞLU, Erdoğan: Anonim Ortaklıkta Genel Kurul Kararlarının
Hükümsüzlüğü, 5. Bası, İst. 2009 (Anılış: Hükümsüzlük).
● MOROĞLU,
Erdoğan: “Anonim Ortaklıkta Genel Kurulun Toplantıya Daveti Merasimine
Aykırılığın Genel Kurul Kararlarına Etkisi ve Yargıtay Kararları”, Makaleler I,
İst. 1999, s. 161-180 (Anılış: Toplantıya Davet).
● MOROĞLU,
Erdoğan: “Genel Kurul Kararlarının Hükümsüzlüğü”, Makaleler I, İst. 1999,
s. 303-309 (Anılış: Hükümsüzlük-2).
● ODMAN
BOZTOSUN, Ayşe: 1Anonim Şirkette Genel Kurulun Çağrı Şekline Uyulmamasının
Sonuçları”, Prof. Dr. Hüseyin Ülgen’e Armağan, C. I, İst. 2007, s. 367-408.
● OKUR,
Yiğit: “İptali Sonuç Doğurmayan Genel Kurul Kararları”, Erdoğan Teziç’e
Armağan, GÜ Yayınları Armağan Serisi No: 5, s. 963-966.
● POROY,
Reha/TEKİNALP, Ünal /ÇAMOĞLU, Ersin:
Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, 11. Bası, İst. 2009.
● PULAŞLI, Hasan: Şirketler Hukuku, 4. Bası, Adana, 2003.
● TEKİL, Fehiman: Şirketler Hukuku, C. II, 2. Bası, İst. 1978
(Anılış: Şirketler).
● TEKİL,
Fehiman: “Hükümsüzlük ve İptal Edilebilirlik Ayrımı Hakkındaki Bir Yargıtay
Kararı Üzerine Düşünceler”, Prof. Dr. Erdoğan Moroğlu’na 65. Yaş Günü Armağanı,
İst. 2001, s 593-600.
● TEOMAN,
Ömer: “Genel Kurul Kararlarının İptali”, Yaşayan Ticaret Hukuku, C. I,
Hukukî Mütalâalar, Kitap 5: 1992-1993, Ank, s. 94-99.