Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin Bir Kararı Işığında 6762 ve 6102 sayılı TTK Hükümlerine Göre Anonim Şirketlere Taşınmaz Ayni Sermaye Getirilmesi
*Av. Çiğdem AKKAN
I. GİRİŞ
Sermaye şirketlerinin türlerinden
biri olan anonim şirketlerde sermaye özel bir öneme sahiptir. Anonim
şirketlerin sermayeleri ile sınırlı olarak sorumlu olmaları ve özellikle
alacaklıların korunması düşüncesi, beraberinde sermayenin korunması konusunda birtakım
yasal düzenlemelerin yapılmasını getirmiştir. Anonim şirkete sermaye olarak
aynî sermaye getirilmesi konusunda öngörülen koşullar, esas itibariyle bu amaca
yönelik olarak düzenlenmiştir.
Anonim şirkete sermaye olarak
getirilebilecek unsurlardan biri taşınmaz ayındır. Taşınmaz aynın sermaye
olarak getirilmesi konusunda 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (TTK)
ile düzenlenen hükümler, 6102 sayılı TTK
ile önemli değişikliklere uğrayarak sistem daha katı bir hale getirilmiştir.
Sistemin daha katı bir hale gelmesiyle, taahhüt edilen aynî sermayenin tasarruf
aşamasının yerine getirilmemesi, tescilden önce taşınmazın bir üçüncü kişiye
devredilmesi gibi sebeplerle anonim şirkete yönelik olarak ortaya çıkan
mağduriyetlerin önüne geçilmesi konusunda önemli bir adım atılmıştır. Özellikle
taşınmaz ayın sermayenin mülkiyetinin anonim şirkete ne zaman geçeceği ve
tescilin şirket tarafından yapılacak tek yanlı talep üzerine gerçekleştirilip
gerçekleştirilemeyeceği konusu 6762 sayılı TTK döneminde doktrinde oldukça tartışmalıyken
6102 sayılı TTK ile bu tartışmalara önemli ölçüde son verecek düzenlemeler
getirilmiştir.
Bu çalışmamızda Yargıtay’ın 6762
sayılı TTK döneminde vermiş olduğu bir karardan hareketle, anonim şirkete aynî
sermaye olarak taşınmaz ayın getirilmesinde uyulması gereken prosedüre ilişkin konumuzun
sınırları dâhilinde ve her iki Kanun sistematiğine ilişkin karşılaştırmalı
olarak değerlendirme yapıldıktan sonra inceleme konusu kararın 6762 sayılı TTK
‘ya uygun olup olmadığı ile bu kararın 6102 sayılı TTK döneminde uygulama alanı
bulmasının mümkün olup olmadığı incelenecektir.
II. YARGITAY’IN
İNCELEME KONUSU KARARI
“...
Dava niteliği itibariyle kamu alacağının tahsili için alacaklı vergi dairesince
uygulanan hacze karşı üçüncü kişinin ileri sürdüğü istihkak iddiasına
ilişkindir. Her ne kadar hacze konu taşınmaz vergi borçlusu adına kayıtlı ise
de, haciz tarihinden çok önce davacı şirketin yapmış olduğu sermaye artırımı
nedeniyle borçlu ortak tarafından aynî sermaye olarak konulduğu ve yasal
prosedür gereğince Ticaret Mahkemesinin 7.4.1984 tarih ve 984/33 sayılı kararı
ile ayni sermaye olarak konulmasına karar verildiği ve 14.2.1984 tarihli
bilirkişi raporunda taşınmaza 150.000 TL. değer biçildiği, bu gerçek değer
üzerinden davacı şirkete ayni sermaye olarak verilip Diyarbakır Birinci Asliye
Hukuk Mahkemesinin 16.4.1984 tarih ve 984/118 değişik iş sayılı kararıyla sermaye
artırımının onandığı anlaşılmıştır.
TTK’nun
285/1 maddesi hükmü gereğince, şirketin tüzel kişilik kazanmasıyla beraber ayni
sermaye olarak konulan taşınmazların şirket adına tapuya tescil hakkı
doğmaktadır. Böylece davacının mahcuz
taşınmaz üzerinde istihkak iddiasında bulunma hakkı doğmuş bulunmaktadır.
Tüm
bu nedenler karşısında istihkak davasının kabulü yerinde olup davalı Hazine
Vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir...”
III. OLAYIN
ÖZETİ
Yargıtay’ın incelenen kararına konu
olan olayda vergi dairesine olan borç nedeniyle Hazine tarafından tapuda borçlu
adına kayıtlı bir taşınmaza haciz konulmuş; ancak bu haciz işlemine karşı
davacı anonim şirket tarafından istihkak iddiasında bulunularak bir istihkak
davası açılmıştır. Açılan istihkak davasının dayanağı olarak, üzerine haciz
konan taşınmazın, haciz tarihinden önce yapılan sermaye artırımı nedeniyle
şirkete aynî sermaye olarak getirilmiş, mahkeme tarafından gerçek değerinin
tespit edilip sermaye artırım işleminin onanmış olması gösterilmiştir.
IV. YEREL
MAHKEME KARARI
Yerel Mahkeme tarafından davacı
anonim şirketin istihkak iddiası haklı görülerek davanın kabulüne karar
verilmiştir. Karar, davalı Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
V. YARGITAY
KARARI
Yargıtay
tarafından incelenen dosyada TTK m. 285/I hükmüne göre, şirketin tüzel kişilik
kazanmasıyla birlikte sermaye olarak getirilen taşınmazın şirket adına tapuya
tescil hakkı doğduğu gerekçe gösterilerek Yerel Mahkeme kararı isabetli
görülmüş ve davalı Hazine’nin temyiz itirazları reddedilmiştir.
VI. İNCELENMESİ
GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR
Yargıtay’ın inceleme konusu
kararında değerlendirilmesi gereken asıl sorun, anonim şirkete bir taşınmaz
malın nasıl sermaye olarak getirileceği ve sermaye olarak getirilen bu
taşınmazın mülkiyetinin şirkete nasıl geçeceğidir. Bu nedenle öncelikle 6762 ve
6102 sayılı TTK bakımından taşınmaz aynın şirkete sermaye olarak getirilmesi
prosedürünün incelenerek şirketin taşınmazın mülkiyetini ne zaman kazanacağı
açıklanmalı ve Yargıtay kararının hukuka uygun olup olmadığı 6762 sayılı TTK
kapsamında değerlendirilmelidir. Daha sonra inceleme konusu Yargıtay kararının
6102 sayılı TTK yönünden geçerliliği tartışılmalıdır.
VII. KARARIN
DEĞERLENDİRİLMESİ
A. ANONİM ŞİRKETLERDE SERMAYE VE SERMAYENİN
KORUNMASI İLKESİNE GENEL BAKIŞ
Anonim
şirketler niteliği itibariyle sermaye şirketidir ve alacaklılarına karşı
malvarlığı ile sınırlı olarak sorumludur.
Bu nedenle pay sahiplerinin kural olarak alacaklılara karşı hiçbir sorumluluğu
bulunmaktadır ve alacaklıların başvurabileceği tek kaynak şirket sermayesidir. Şirketin
esas sermayesi, şirket alacaklılarının tek güvencesi ve şirketle kuracakları
ticarî ilişkilerde tek referanslarıdır. Zira anonim şirket ile ticarî bir
ilişkiye girecek olan üçüncü kişi, öncelikle şirketin sermayesine bakacak ve bu
sermayenin alacaklarını karşılamaya yeteceğine kanaat getirirse şirketle
ilişkiye girecektir. Bu nedenle, sermayenin korunması ilkesinin anonim
şirketler hukukunda özel bir önemi bulunmaktadır.
6762
sayılı TTK m.139’da ticaret şirketlerine hangi unsurların sermaye olarak
getirilebileceği düzenlenmiştir. Buna göre; para, alacak, kıymetli evrak,
menkul mallar, imtiyaz ve ihtira beratları, alâmetifarika ruhsatnameleri gibi
sınaî haklar, gayrimenkuller, menkul ve gayrimenkullerin faydalanma ve kullanma
hakları, şahsî emek, ticarî itibar, ticarî işletmeler, telif hakları, maden
ruhsatnameleri gibi ekonomik değeri olan sair haklar ticaret şirketlerine
sermaye olarak getirilebilir. Sermaye şirketlerinde ise şahsî emek ve itibarın
sermaye olarak getirilmesi mümkün değildir.
6762 sayılı TTK ‘da açık bir düzenleme bulunmamasına rağmen, şahsî emek ve
itibarın sermaye şirketlerine sermaye olarak getirilememesinin başlıca sebebi;
sermayenin korunması ilkesidir. Zira emek ve şahsî itibarın sermaye olarak
getirilmesinin kabul edilmesi halinde, bu şahsî emek ve itibara karşılık
bunları getiren kuruculara pay sahipliği hakkı tanımak gerekecektir. Bu da
bedelsiz pay niteliği taşıyacak ve 6762 sayılı TTK m. 298’deki kuruculara
kuruluş sırasında harcadıkları emeğe karşılık bedelsiz pay senedi
verilemeyeceği kuralına aykırılık oluşturacaktır.
Kaldı ki; esas sözleşmede bulunması zorunlu unsurlardan biri, sermaye olarak
getirilen unsurların değerlerinin ve bunların karşılığında verilecek payların
miktarıdır. Buradan çıkan sonuç, sermaye olarak getirilecek unsurların mutlaka
objektif olarak bir maddî değer ifade etmesi gerekliliğidir. Özellikle anonim
şirketlerde sermayenin şirket alacaklılarının güvencesini oluşturması
karşısında, şahsî emek ve itibarın sermaye olarak getirilmesinin mümkün
olmadığı açıktır. Sermaye olarak getirilecek değerlerin devredilebilir
nitelikte olması gerekmekte olup, şahsî emek ve itibar yönünden bu özelliğin
bulunması da söz konusu değildir.
Sermaye şirketlerinde kişi unsuru arka planda, sermaye unsuru ise ön plandadır.
Tüm bu nedenlerle şahsî emek ve itibar gibi kişi unsurunu ön plana çıkaran
değerlerin sermaye olarak getirilmesi, sermaye şirketlerinin yapısıyla
bağdaşmaz.
6102
sayılı TTK’da ise ticaret şirketlerine sermaye olarak getirilebilecek değerler
m. 127’de düzenlenmiştir. Aynı sayım burada da tekrar edilmiş; ancak ilave
olarak “Haklı olarak kullanılan
devredilebilir elektronik ortamlar, alanlar, adlar ve işaretler gibi değerler” düzenlenmiştir.
Anonim şirketlere getirilebilecek aynî sermayeler bakımından m. 342/I çok
önemli yeni düzenlemeler içermektedir. Buna göre, “Üzerlerinde sınırlı aynî hak, haciz ve tedbir bulunmayan, nakden
değerlendirilebilen ve devrolunabilen, fikrî mülkiyet hakları ile sanal
ortamlar da dâhil, malvarlığı unsurları aynî sermaye olarak konulabilir. Hizmet
edimleri, ticarî itibar ve vadesi gelmemiş alacaklar sermaye olamaz.” Yeni
TTK ile anonim şirkete sermaye olarak getirilecek ayınlar üzerinde herhangi bir
sınırlı aynî hak, haciz, tedbir, ipotek, rehin gibi kısıtlama bulunmaması
emredici olarak düzenlenmiştir.
Ayrıca sermaye olarak bir alacak hakkının konulması halindeyse bu alacağın
vadesinin gelmiş olması gerekliliği emredici bir düzenlemeyle zorunlu kılınmıştır.
Anonim şirkete sermaye olarak getirilmek istenen aynî sermayenin bu koşulları
taşımaması halinde şirket esas sözleşmesi ticaret sicil müdürü tarafından
reddedilerek şirketin tescili gerçekleştirilmeyecektir.
6102
sayılı TTK’nın anonim şirketlere ilişkin hükümlerine genel olarak baktığımızda
bu hükümlerin üzerine inşa edildiği kolonlardan birinin sermayenin korunması
ilkesi olduğunu görüyoruz. Yeni TTK’da sermayenin korunması ilkesine çok ciddi
bir önem verilmiş ve birçok hüküm bu amaca yönelik olarak düzenlenmiştir. Bu
hükümlerden biri de TTK m. 342/I’dir. Bu yöndeki bir eğilim; saman sermaye
yaratılmasını, şirketin içinin pay sahipleri ve yöneticiler tarafından
boşaltılmasını (hortumlanmasını) önleyerek alacaklıları korunmak, ticarî
hayatta güven ve istikrarı sağlamak adına son derece isabetli bir yaklaşımdır.
B. ANONİM
ŞİRKETE TAŞINMAZ AYNÎ SERMAYE GETİRİLMESİNDE TAKİP EDİLECEK AŞAMALAR VE
MÜLKİYETİN GEÇİŞİ
1. Taahhüt
İşlemi Aşaması
a. Taahhüt İşleminin Şekli
Bir
şirkete sermaye getirilmesi iki aşamadan oluşmaktadır. Bunlar; taahhüt işlemi
ve tasarruf işlemidir.
Bir
taşınmazın devrine yönelik taahhüt işleminin kural olarak resmî şekilde
yapılması gerekli olup bu bir geçerlilik şartıdır. Ancak kanun koyucu, şirkete
sermaye olarak bir taşınmaz malın getirilmesi konusunda şekil şartını 6762
sayılı TTK m. 140/II ve 6102 sayılı TTK m. 128/III hükmüyle oldukça
hafifletmiştir. Buna göre; kurucular tarafından sermaye taahhüdünde bulunulan
şirket esas sözleşmesinin imzalanması ve bu imzaların noter tarafından tasdik
edilmesi yeterli olup ayrıca resmî şekil şartının gerçekleşmesi aranmamaktadır.
Sonuç itibariyle; bir taşınmazın şirkete sermaye olarak getirilmesi,
sözleşmenin tapu memuru önünde ya da satım vaadi şeklinde noter tarafından düzenleme
suretiyle yapılması zorunluluğunun bir istisnasını oluşturur.
b. Taahhüt İşlemine Esas Alınacak
Değer ve Bu Değerin Belirlenmesi
6762
sayılı TTK m. 279’da ve 6102 sayılı TTK m. 339’da şirket esas sözleşmesinde
bulunması gereken hususlar belirtilmiştir. Buna göre; paradan başka mal veya
hakların sermaye olarak konulması halinde bunun değerinin ve buna karşılık
verilecek payların itibari değerlerinin esas sözleşmede belirtilmesi gerekir. Şirkete
sermaye olarak getirilen ayınların esas sözleşmede belirtilen bedellerinin
gerçeğe uygun olması, saman sermaye yaratılmasının engellenmesi ve
alacaklıların korunması ilkesi çerçevesinde son derece önemlidir.
6762
sayılı TTK, anonim şirketlerin kuruluşu konusunda iki ayrı sistem benimsemiştir.
Bunlar; TTK m. 276’ya göre anî kuruluş ve tedricî kuruluştur. Anî kuruluş
şirketin esas sermayesinin tamamı ortaklar tarafından muvazaadan arî olarak
taahhüt edilir. Tedricî kuruluşta ise şirket esas sermayesinin bir kısmı
kurucular tarafından taahhüt edilmekte, kalan kısmı içinse halka
başvurulmaktadır. 6102 sayılı TTK’da ise bu ayrıma son verilmiş olup tedricî
kuruluş sistemi terk edilmiştir.
Bunun yerine TTK m. 364’de yer alan halka arz sistemi getirilmiştir. Başka bir
ifadeyle; 6102 sayılı TTK’ya göre tüm anonim şirketler anî şekilde
kurulacaktır. Kuruluş türleri konusundaki bir diğer ayrım, basit ve nitelikli
(mevsuf) kuruluş ayrımıdır.
Basit kuruluş, esas sermayenin tamamının nakit olarak taahhüt edildiği kuruluş
türüdür. Nitelikli (mevsuf) kuruluştaysa kuruluş işlemlerini daha karmaşık ve
uzun hale getiren birtakım unsurlar vardır. Bunlar; anonim şirkete kısmen veya
tamamen aynî sermaye konulması, kuruluş sırasında bir işletme veya aynın
devralınması ve kuruculara şirket kazancından özel menfaatler sağlanmasıdır.
Görüldüğü gibi, şirkete sermaye olarak bir taşınmazın getirilmesi halinde, kuruluş
nitelikli hale gelmektedir. Bu noktada kuruluşu nitelikli hale getiren unsur,
sermaye olarak getirilen aynın değerinin bilirkişi tarafından tespit
edilmesidir.
6762
sayılı TTK’da kanun koyucu, şirkete sermaye olarak konan aynın değerini tespit
edecek bilirkişinin seçimi konusunda tedricî kuruluş ve anî kuruluş yönünden
farklı esaslar benimsemiştir. TTK m. 289’a göre tedricî kuruluşta sermaye
olarak gösterilen ayınların değerlerinin belirlenmesi için bilirkişi seçimi
kurucu genel kurulun görevleri arasındadır. Bilirkişi seçimi konusunda karar verilebilmesi
için TTK m. 293’e göre toplantı yeter sayısı, nakdî sermayenin en az üçte ikisi,
karar yeter sayısı ise toplantıya katılanların salt çoğunluğudur. Gerekli yeter
sayının sağlanamaması halinde kurucular tarafından mahkemeye başvurulacak ve
bilirkişi tayini mahkeme tarafından gerçekleştirilecektir. Anî kuruluşta ise
bir kurucu genel kurul bulunmadığından TTK m. 303 gereğince bilirkişi tayini
mahkeme tarafından yapılacaktır.
6102
sayılı TTK’da ayın sermayeye değer biçilmesi konusu m. 343’de hükme bağlanmış
ve konu titizlikle düzenlenmiştir. Öncelikle aynî sermayeye değer biçilmesi
mutlaka mahkeme tarafından atanan bilirkişilerce yapılacaktır. Bilirkişileri
atayacak olan mahkeme, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesidir.
Kanun koyucu tarafından bu hüküm emredici olarak düzenlenmiş; başka kanunlara
ilişkin hükümler saklı tutulmamıştır. Gerekçede bu husus açıkça dile
getirilerek bilirkişinin bertaraf edilmesinin bir güvencenin yok edilmesi
olduğu ifade edilmiştir. Bilirkişilerce hazırlanacak olan değerleme raporunda,
değerlemeye esas alınan yöntemin ne olduğu belirtilecek, bu yöntemin somut
olaya göre herkes için en adil ve uygun seçim olduğu gerekçeleriyle birlikte
açıklanacaktır. Bilirkişiler tarafından ayrıca değeri tespit edilen aynî
sermaye karşılığında tahsis edilmesi gereken pay miktarı ve Türk Lirası
karşılığı da belirtilecek ve bu, tatmin edici gerekçelere dayandırılarak hesap
verme ilkesine göre açıklanacaktır. Kanun koyucu bilirkişi raporuna karşı,
kuruculara, işlem denetçisine ve menfaat sahiplerine itiraz hakkı tanımış olup
bilirkişi raporunu mahkeme onayına tâbi tutmuştur. Böylece bilirkişi raporu
mahkeme tarafından onaylandıktan sonra kesinlik kazanacaktır.
c. Aynî Sermaye Konması ile Şirketin Mevcut Bir
İşletme veya Bazı Ayınları Devralması Arasındaki Farklar
Kanun
koyucu, 6762 sayılı TTK’da; TTK m. 279/II-4, 281, 289/I-2 ve 293 hükümlerinde,
6102 sayılı TTK’da ise m. 339, 343, 349, 351 ve 551’de sermaye olarak ayın
konulmasının yanında ayrıca mevcut bir işletme veya aynın şirket tarafından
kuruluşta devralınmasından da söz etmektedir. Bu kavramlar, birbirlerinden
farklı durumları ifade etmektedir.
Aynî
sermayede şirkete kuruculardan biri bir aynı sermaye olarak getirmekte ve buna
karşılık şirkette pay sahipliği sıfatını kazanmaktadır. Kuruluş sırasında
mevcut bir işletme ya da aynın satın alınmasındaysa sermaye olarak getirme
değil, bir satım sözleşmesi vardır. Mevcut bir ticari işletme veya ayın,
şirketin kuruluşu aşamasında, şirket tarafından bedeli ödenerek satın
alınmakta, dolayısıyla satan kişiye pay sahipliği hakkı kazandırmamaktadır.
Bu, şirkete aynî sermaye getirme halinden farklı olmasına rağmen kanun koyucu
bu şekilde bir devralmayı da aynî sermaye getirme ile aynı prosedüre tâbi
tutmuştur.
Amaç, sermayenin korunmasını sağlamak, kanuna karşı hileyi önlemektir.
d. Aynî
Sermayeye Değer Biçilmesinde Hile
Aynî
sermayeye değer biçilmesinde hile, kurucuların sorumluk hallerinden biri olarak
6762 sayılı TTK m. 307 ve 6102 sayılı TTK m. 551’de düzenlenmiştir. Buna
göre şirkete konan aynî sermayeye veya kuruluşta şirket tarafından devralınan
ticari işletme ve ayınlara değer biçilmesi konusunda hileli faaliyetlerde
bulunan kurucular ile onlara iştirak eden kimseler, şirketin uğramış olduğu
zararlardan dolayı şirkete karşı müteselsil olarak sorumlu olacaklardır.
Ayrıca TCK anlamında cezaî sorumluluk halleri saklıdır. Konumuzun kapsamı
itibariyle sorumluluk konusunda ayrıntıya girilmeyecektir.
e. Tapu Siciline Şerh
6102
sayılı TTK m. 128/II’de yeni bir düzenleme yer almaktadır. Buna göre; esas
sözleşmede bilirkişi tarafından belirlenen değerleriyle yer alan taşınmazlar,
tapuya şerh verildiği takdirde aynî sermaye olarak kabul edilir.
Böylece esas sözleşmede sermaye olarak taahhüt edilen bir taşınmazın tasarruf
işlemiyle şirkete devrinden önce bir üçüncü kişiye intikali ihtimali sona
ermiştir. Özellikle sermayenin korunması ilkesine hizmet eden bu hükme göre,
sermaye taahhüdünün tapu siciline şerh verilmesiyle üçüncü kişilerin iyiniyeti bertaraf
edecektir. Tapu siciline verilen şerh ile üçüncü kişilerin iyiniyeti ile
birlikte malikin o taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkisi de ortadan kalkacaktır.
Zira sermaye taahhüdüne konu olan taşınmaz üzerinde malik, mülkiyet hakkını
sınırlandıran ya da devreden hiçbir tasarruf işlemi yapamayacaktır.
Taşınmaz
sermaye taahhüdüne ilişkin olarak tapu siciline şerh verildiğine dair tapu
kaydının ibraz edilmemesi halinde, sermaye koyma borcu yerine getirilmemiş
olacağından ticaret sicil müdürü tarafından esas sözleşme reddedilecek ve
şirket tescil edilmeyecektir.
Kanun
koyucu sicile şerh zorunluluğunu getirmiş olmakla birlikte, şirketin herhangi
bir sebeple kurulmaması ve tüzel kişilik kazanmaması halinde bu şerhin ne
şekilde terkin edilebileceği konusunda özel bir düzenleme getirmemiştir. Buna
karşılık nakdî sermaye yönünden TTK m. 345/II hükmü sevk edilmiştir. Bu hükme
göre, esas sözleşmenin noter tarafından onaylandığı tarihten itibaren üç ay
içinde şirket tescil edilerek tüzel kişilik kazanmazsa, ticaret sicil
müdürlüğünden bu hususu doğrulayan bir yazı alınıp bankaya ibraz edilerek,
nakdî sermayenin bankaya yatırılmış olan kısmının, banka tarafından sahiplerine
ödenmesi sağlanabileektir. Kanaatimizce, aynı sürenin ve usulün sicil şerhleri
bakımından da kıyasen uygulanması mümkün olmalıdır. Bir başka ifadeyle, esas
sözleşmenin noter tarafından onaylandığı tarihten itibaren üç ay geçmiş
olmasına rağmen şirketin tüzel kişilik kazanmadığına ilişkin ticaret sicil
müdürlüğünden alınacak bir yazı ile taşınmaz malikinin tek yanlı başvurusu
üzerine şerhin tapu sicil müdürlüğünce terkini işleminin yapılması, sisteme
uygun düşecektir.
f. Kuruluştan
Sonra Devralma
6102
sayılı TTK m. 356, 6762 sayılı TTK m. 311 ile aynı doğrultuda düzenlenmiş bir
hükümdür. Hükmün amacı, kuruluş sırasında öngörülen prosedürden kaçınmak
amacıyla bir aynın sermaye olarak gösterilmeyerek kuruluştan sonra devralınmasını
ve bu şekilde saman sermaye yaratılmasını önlemektir. Kanun koyucu bu tür
davranışları kanuna karşı hile olarak değerlendirilmiş ve bu şekilde devralınan
ayınlara ilişkin sözleşmelerin, genel kurul tarafından onaylanıp ticaret sicile
tescil edilmeden geçerli olmayacağını açıkça düzenlemiştir. Ayrıca genel kurul
tarafından işlem onaylanmadan önce, devralınan ayın ya da işletmenin değerinin
mahkeme tarafından atanacak olan bilirkişiler tarafından belirlenmesi gerekir.
Mahkemeye başvuru, şirketin yönetim kurulu tarafından yapılacaktır. Bu
sözleşmelerin genel kurul tarafından onaylanması ve ticaret sicile tescil
edilmesinden önce, bunlara ilişkin olarak yapılan ödemeler de dâhil olmak üzere
her türlü tasarruf işlemi geçersiz kılınmıştır. Buradaki geçersizlik, askıda
geçersizliktir. Genel
kurul kararı ise TTK m. 421/3 ve 4 gereği ağırlaştırılmış yüzde yetmiş beş
oranında nisapla alınacaktır.
TTK
m. 356 hükmünün uygulanması için kuruluştan sonra iki yıl içinde devralınan bir
işletme ya da ayın bulunması gereklidir.
TTK m. 356 sadece devir işlemlerini değil, ayrıca kira sözleşmelerini de hükmün
kapsamına almıştır. İkinci koşul ise bu ayın ya da işletmenin
devir ya da kira bedelinin, şirketin esas sermayesinin onda birinden fazla
olmasıdır.
Kanun
koyucunun bu düzenlemeyi getirmesinin amacı, sermayenin ve alacaklıların
korunmasıdır. Bu nedenle bu hüküm sadece yatırım malvarlıklarına özgü olup
döner malvarlıklarını kapsamayacaktır.
Başka bir ifadeyle; örneğin bir anonim şirketin üretim yapmak üzere bir fabrika
binası satın alması ya da mevcut fabrikasına bir üretim makinesi satın alması
halinde bu fabrika ve üretim makinesi bir yatırım malvarlığı olduğundan TTK m.
356’ya tâbi olacaktır. Buna karşılık, fabrikada üretimde kullanmak üzere çok
yüksek miktarda hammadde alınması halinde, bu hammaddenin bedeli ne kadar büyük
olursa olsun nitelik itibariyle bir döner malvarlığı olduğundan m. 356
uygulanmayacaktır. Aynı şekilde, 5. fıkranın açık ifadesi karşısında, faaliyet
alanı taşınmaz mal alım satımı olan bir şirketin bu amaçla sınırlı olarak bir
bina ya da arazi satın alması halinde veya cebrî icra yoluyla iktisap edilen
bir malvarlığı değerinde m. 356 hükmü uygulama alanı bulmayacaktır.
2. Tasarruf
İşlemi Aşaması: Tescil
a. 6762 Sayılı TTK Kapsamında Değerlendirme
Taşınmazlarda
mülkiyetin geçişi tapu siciline tescil ile mümkündür. Anonim şirketlerde aynî
sermayeye ilişkin düzenleme TTK m. 285/II’de yer almaktadır. Hüküm şöyledir:
“Sermaye olarak
paradan başka iktisadî bir değer veya menkul mal konulması taahhüdü, şirketin
hükmî şahsiyet kazandığı tarihten itibaren onlar üzerinde malik sıfatıyla
doğrudan doğruya tasarruf edebileceğinin ve gayrimenkul üzerindeki mülkiyet
veya sair aynî hakların sermaye olarak konulması taahhüdü ise, bu hakların
şirketin hükmî şahsiyet kazanmasıyla beraber tapu siciline tescil edileceğinin
kabul edilmiş olması demektir.”
Maddenin kaleme alınış tarzı karşısında doktrinde farklı
görüşler ortaya çıkmıştır. Doktrinde kabul edilen bir görüşe göre; TTK m.
285/II hükmü, ticaret şirketlerine ilişkin genel hüküm niteliğindeki TTK m.
140/III’den farklıdır. Bu görüşe göre; TTK m. 140/III hükmü, şirketin tescili
ile sermaye olarak konulan aynın devrinin, taahhüt eden pay sahibinden şirketin
talep etme hakkını düzenlemektedir. Eğer sermaye taahhüdünde bulunan pay sahibi
tapuda ferağ vermekten kaçınırsa şirket, pay sahibi aleyhine cebrî tescil
davası açabilecektir. Buna karşılık bu görüşe göre, TTK m. 285/II’de farklı bir
düzenlemeye yer verilmiştir. Şöyle ki; şirketin tescili ile taşınmazın şirket adına
tescil edilmesi konusunda pay sahibinin rıza göstermesi gerekliliği ortadan
kalkmaktadır, şirketin tescili ile mülkiyet hakkı şirkete geçecek ve şirketin
tek yanlı başvurusuyla tescil gerçekleştirilebilecektir. Bu hükümle bir
tescilsiz iktisap hali oluşturulmuştur.
Bu görüş kabul edildiği takdirde, tescil kurucu değil, bildirici nitelikte
olacaktır.
Doktrinde savunulan bir diğer görüş, ilk görüşe benzer
yöndedir. Bu görüşe göre; aynî sermaye olarak getirilen taşınmazın mülkiyeti
tapu siciline tescille kazanılır. Ancak anonim şirket tescil edildikten sonra,
şirketin tek yanlı talebi ile sermaye taahhüdüne konu olan taşınmazın şirket
adına tescili gerçekleştirilecektir.
Bu görüşü savunan TEKİNALP tarafından bu çalışmamıza konu olan Yargıtay
kararına değinilmiş ve her ne kadar mülkiyet tapu siciline tescil ile
kazanılacak ise de şirketin tescilinden sonra taşınmazın kendi adına tescilini
talep etme hakkı olması nedeniyle bu taşınmaz üzerinde istihkak iddia etmesinin
mümkün olduğu ve bu Yargıtay kararının isabetli olduğu sonucuna varılmıştır.
Bizim de katıldığımız üçüncü görüşe göre ise TTK m.
285/II hükmünün bir tescilsiz iktisap hali oluşturması ya da şirkete tek yanlı
olarak tapuda tescili gerçekleştirme imkânı vermesi söz konusu değildir. Pay sahibinin
taşınmaz bir malı sermaye olarak koyma taahhüdüne dayalı olarak şirketin
tescilinden sonra şirket tüzel kişiliği, pay sahibinden tapuda taşınmazın
devredilmesini talep etme hakkı kazanacaktır.
Pay sahibi tarafından taşınmazın devrinin tapuda gerçekleştirilmemesi halinde
şirket tarafından pay sahibi aleyhine cebrî tescil davası açılması gerekecektir.
Sonuç itibariyle, taşınmaz mülkiyeti ancak tescil ile şirket tüzel kişiliğine
geçecektir ve bu andan önce taşınmaza yönelik olarak şirket tarafından istihkak
iddiasında bulunulması halinde ortada geçerli bir istihkak iddiasının
varlığından söz edilemeyecektir.
Yukarıda açıklamış olduğumuz üzere; bir taşınmazın anonim
şirkete aynî sermaye olarak konulacağı taahhüdünün mutlaka tasarruf aşaması
olan tapuya tescil ile tamamlanması, mülkiyetin şirkete geçişi için zorunludur.
6762 sayılı TTK’ya göre, şirketin ticaret sicile tescil edilerek tüzel kişilik
kazanmasından sonra taşınmaz sermaye taahhüdünde bulunan pay sahibinin tapuda
ferağ vermeye davet edilmesi mümkündür. Bu talebe rağmen tapuda ferağ vererek
mülkiyeti devretmekten kaçınan pay sahibine karşı cebrî tescil davası açılması
gerekir. Cebrî tescil davası sonunda verilen hüküm, pay sahibinin iradesi
yerine geçerek tapuda tescil işlemi yapılacak ve mülkiyet şirket tüzel
kişiliğine geçecektir.
6762 sayılı TTK m. 140/V hükmüne göre, şirket esas
sözleşmesiyle sermaye olarak konulması taahhüt edilen hakların muhafazası için
kurucular tarafından ortaklar aleyhine ihtiyatî tedbir talep edilebilir. Ancak
burada ihtiyatî tedbir kararından sonra işlemeye başlayan dava açma süresi,
şirketin tescil ve ilân tarihinden itibaren işleyecektir. Buna göre, sermaye
olarak taahhüt edilen taşınmaz üzerine kurucular tarafından ihtiyatî tedbir
konulması talep edilebilir.
Çalışmamızda incelediğimiz Yargıtay kararında şirketin
tesciliyle sermaye olarak getirilen taşınmazın şirket adına tapuya tescil hakkı
doğduğu belirtilmiştir. Yargıtay, sermaye olarak taahhüt edilen taşınmazın
henüz tapuda tescilinin gerçekleştirilmemiş olmasına rağmen sadece sermaye
artırımının onaylanmış ve tescil edilmiş olmasını, taşınmazın mülkiyetinin
geçişi yönünden yeterli görerek şirketin istihkak iddiasını kabul etmiştir. Oysa
ki; yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar çerçevesinde şirkete bir taşınmazın
sermaye olarak getirileceğinin taahhüt edilmiş olmasından sonra şirketin ya da
kuruluş işlemi niteliğindeki sermaye artırımının tescili, taşınmazın
mülkiyetinin tescilsiz bir şekilde şirkete geçmesini sağlamayacaktır. Yargıtay
tarafından bu yön gözetilmeden tescilsiz iktisap görüşü benimsenerek istihkak
davasının kabul edilmiş olması 6762 sayılı TTK’ya aykırılık teşkil etmektedir.
b. 6102
Sayılı TTK Kapsamında Değerlendirme
6762 sayılı TTK
dönemindeki tartışmalardan sonra 6102 sayılı TTK’da konu net bir şekilde
düzenlenmiş ve tereddütleri son vermeyi amaçlamıştır. Konuya ilişkin düzenleme
TTK m. 129/V’de yer almaktadır. Buna göre;
“Taşınmaz
mülkiyetinin veya diğer aynî bir hakkın sermaye olarak konulması halinde,
şirketin bunlar üzerinde tasarruf edebilmesi için tapu siciline tescil
gereklidir.”
TTK m. 129/V ile
açıkça mülkiyetin şirket tarafından kazanılmasının ancak tescille mümkün
olabileceği belirtilmiştir. Hemen akabinde 6. fıkrada ise, mülkiyet ve diğer
aynî hakların tapu siciline tescili talebinin ticaret sicil müdürü tarafından
re’sen ve hemen yapılacağı düzenlenmiş; ayrıca şirketin tek yanlı talep hakkı
da saklı tutulmuştur. Böylece çok önemli bir problem büyük ölçüde çözülmüştür.
Anonim şirkete sermaye olarak getirilen bir taşınmaz ayın varsa ticaret sicil
müdürü öncelikle bu sermaye taahhüdünün tapuya şerh verilip verilmediğine
bakacak; eğer şerh verilmişse şirketin tescili gerçekleştirilecek ve ardından
derhal ve re’sen ticaret sicil müdürü tarafından taşınmazın şirket adına tescili
konusunda tapu sicil müdürlüğüne talepte bulunulacaktır. Kanun koyucu bununla
da yetinmeyerek şirketin tek yanlı talep hakkını saklı tutmuş ve böylece cebrî
tescil davalarının önüne geçerek yeni kurulan bir şirketi bu dava süreciyle
meşgul olmaktan ve dava süresince aynî sermayeden yoksun kalmaktan kurtarmıştır.
8. fıkrada ortaklarca sermaye olarak taahhüt edilen
hakların korunması için kurucular tarafından, ortaklar aleyhine ihtiyatî tedbir
talep edilebileceği düzenlemesi yer almakta ise de yukarıda açıkladığımız
sistem karşısında taşınmaz aynî sermaye yönünden ihtiyatî tedbir yoluna
gitmenin bir gereği kalmamıştır. Bunun yanında taşınır ayınların sermaye olarak
getirilmesi halinde de bu sermayenin kabul edilmesi, bu taşınır malın güvenilir
bir kişiye tevdii ya da özel bir sicile bağlıysa sicile şerhin gerçekleşmesine
bağlanmasına rağmen, halen ihtiyatî tedbir düzenlemesine yer verilmiş olması
tartışmaya açıktır. Zira bu kadar katı ve isabetli düzenlemeler karşısında
ihtiyatî tedbir yoluna yönelik nasıl bir ihtiyacın ortaya çıkabileceği
anlaşılamamaktadır.
İhtiyatî tedbirin açılacak bir davaya yönelik olması esası ile 6102 sayılı
TTK’nın cebrî tescil ve cebrî teslim davalarını ortadan kaldırdığı
düşünüldüğünde m. 129/VIII ‘in uygulama alanı hakkında tereddütler devam
edilmektedir.
İnceleme konusu Yargıtay kararının 6102 sayılı TTK’nın
sisteminde bir geçerliliği olup olmayacağı incelenirken göz önünde tutulacak
ilk nokta, mülkiyetin geçiş anıdır. Yukarıda açıkladığımız gibi; aynî sermaye
olarak getirilen taşınmazın mülkiyetinin şirkete geçtiği an, tapu siciline tescil
anıdır ve tescil talebi, derhal ve re’sen ticaret sicil müdürü tarafından tapu
sicil müdürlüğüne iletilir. Kanun koyucunun getirmiş olduğu bu sistemin
sorunsuz bir şekilde uygulanması halinde, bir kuruluş işlemi niteliğindeki
sermaye artırımı tescil edilmiş; ancak sermaye artımıyla sermaye olarak
getirilen taşınmazın şirket adına tescil edilmemiş olması çok istisnai haller
de karşılaşılabilecek bir problemdir. Bu nedenle, taşınmazın şirket adına
tescili gerçekleşmiş olduğundan, o taşınmazı sermaye olarak şirkete getiren pay
sahibinin şahsî borçlarından dolayı bu taşınmaz üzerine haciz konulması mümkün
olmayacaktır. Özellikle de bu sisteme yönelik bir ağ oluşturularak bu iki
kurumun birbirine elektronik ortamda bağlanması sağlanırsa sistemin daha hızlı
ve sağlıklı çalışması mümkün olabilecektir. Bir başka ifadeyle; inceleme konusu
Yargıtay kararına konu olan olayın 6102 sayılı TTK döneminde karşımıza çıkması küçük
bir ihtimaldir. Buna rağmen, bazı hallerde aynı tür bir olayın ortaya çıkması
mümkün olabilir. Ticaret sicil müdürünün tapu sicil müdürlüğünden talepte
bulunmayı unutması, talebin herhangi bir sebeple tapu sicil müdürlüğüne ulaşmamış
olması ya da ulaşmasına rağmen tescilin yapılmamış olması, tüm bunların yanında
şirket tarafından da tek taraflı başvuru hakkının kullanılmamış olması, tapu
müdürlüğüne ticaret sicil müdürünün tescil talebinden önce haciz müzekkeresinin
ulaşması nedeniyle önce haciz şerhinin işlenmesi gibi hallerde Yargıtay
kararına konu olan olaya benzer bir durum gerçekleşebilir. Bu hallerde yine
tescil işlemi esas alınarak değerlendirme yapılacaktır. Vermiş olduğumuz
örneklerde tescil işlemi gerçekleşmemiş olduğundan mülkiyet şirkete geçmemiş
olacak ve taşınmazın maliki olan pay sahibinin şahsî borçlarından dolayı
taşınmazın haczedilmesi mümkün olacaktır. Böyle bir durumda şirketin istihkak
iddiasında bulunması hukuken hiçbir yasal dayanağa sahip olmadığından böyle bir
istihkak davasının reddine karar verilecektir. Bunun yanında; tescilin
gerçekleşmemesinde kusuru bulunanların şirkete karşı tazminat sorumlulukları
saklıdır. Sonuç itibariyle, 6102 sayılı TTK’ya göre ihtimaller
değerlendirildiğinde, inceleme konusu Yargıtay kararının kanuna aykırı olduğu
ve uygulama alanı bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
6102 sayılı TTK kapsamında değerlendirilmesi gereken bir
diğer husus, üzerinde hiçbir hak sınırlaması bulunmadığı belgelenen ve sermaye
olarak anonim şirkete getirileceği taahhüt edilen taşınmaz üzerine, şirketin
tescilinden hemen önce haciz konulması ve şirketin bu şekilde tescil edilerek
tüzel kişilik kazanması halinde durumun ne olacağıdır. Bunu bir örnekle
somutlaştıralım. İzmir ‘de kurulacak olan (A)A.Ş.’nin kurucularından (X),
şirkete sermaye olarak Bornova’daki fabrika binasını getirmeyi esas sözleşmeyle
taahhüt etmiştir. Taşınmaz üzerinde hiçbir hak sınırlaması olmadığına ve
sermaye taahhüdü şerhi düşüldüğüne dair tapu kaydını 21.05.2012 tarihinde saat
09.00’da almış ve şirketin tescili için İzmir Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne
başvuru yapılmıştır. Başvuruda herhangi bir eksiklik ve aksaklık görülmeyen
şirketin tescili aynı gün saat 14.00’de yapılmıştır. Ancak bundan önce saat
11.00 ‘de (X)’in alacaklısı (Y)’nin avukatı tarafından getirilen elden takipli
ihtiyatî haciz müzekkeresine dayalı olarak taşınmaz üzerine ihtiyatî haciz
şerhi işlenmiştir.
Taşınmaz
üzerine sermaye taahhüdünün şerh edilmiş olması, malikin tasarruf yetkisini
ortadan kaldırsa da üçüncü kişilerce ve mahkemece haciz, ihtiyatî haciz ve
ihtiyatî tedbir konulmasını engellemeyecektir. TTK m. 342/I’e göre üzerinde
haciz bulunan bir taşınmazın anonim şirkete sermaye olarak getirilmesi mümkün
değildir. Kanun koyucu bu hükmü emredici bir şekilde düzenlemiştir ve üzerinde
haciz bulunan bir taşınmazın sermaye olarak taahhüt edilmesi halinde geçerli
bir sermaye taahhüdü bulunmaması nedeniyle ticaret sicil müdürünün şirket esas
sözleşmesini reddedeceği açıktır. Bu durumda vermiş olduğumuz örnekteki gibi,
sermaye olarak getirilen taşınmaz üzerindeki hacze rağmen şirketin bir şekilde tescil
edilmiş olması halinde kanaatimizce TTK m. 353 devreye girecektir. TTK m. 353’e
göre şirket tescil edildikten sonra artık o şirketin yokluğu ya da butlanı
ileri sürülemez. Burada tescilin düzeltici etkisi söz konusudur.
Ancak kuruluş işlemlerinde kanuna aykırılık söz konusuysa ve bu, alacaklıların,
pay sahiplerinin veya kamunun menfaatlerini önemli şekilde tehlikeye düşürmüş
veya ihlâl etmişse bu şirket hakkında fesih davası açılabilir.
Fesih davası, tescilden itibaren üç aylık hak düşürücü süreye bağlanmıştır. Açılan
fesih davasında mahkeme öncelikle aykırılığın giderilmesi için süre verecektir.
Gerekli düzeltmenin yapılmaması halinde şirketin feshine karar verilecektir. Konumuzun
kapsamı itibariyle konu hakkında ayrıntıya girilmeyecektir.
VIII.
SONUÇ
Bir anonim
şirkete aynî sermaye olarak getirilen bir taşınmazın mülkiyetinin şirkete
geçmesi için sadece şirketin tescil edilmiş olması yeterli olmayıp ayrıca
taşınmazın tapu sicilinde şirket adına tescil edilmesi gerekir. Bu tescil
işlemi, 6762 sayılı TTK’ya göre aynî sermayeyi taahhüt eden kurucunun
beyanıyla; beyanda bulunmaktan kaçınılması halindeyse cebrî tescil davasıyla
gerçekleşecektir. Aynı durum, kuruluş prosedürüne bağlı olan sermaye
artırımında da geçerlidir. Bu nedenle; şirket tescil edilip tüzel kişilik
kazanmış olsa ya da sermaye artırımı tescil edilmiş olsa dahi tapuda aynî
sermaye taahhüdüne konu taşınmazın şirket adına tescil edilmemesi halinde
şirket, bu taşınmazın mülkiyetini kazanamaz. Bu nedenle inceleme konusu
Yargıtay kararı kanuna uygun değildir.
6102 sayılı TTK genel olarak aynî sermaye getirilmesi
konusunda önemli değişikliklere yer vermiş ise de taşınmaz aynî sermayenin
mülkiyetinin tescille kazanılması yönündeki temel kural varlığını
sürdürmektedir. Yeni TTK’nın getirdiği farklılık, özellikle aynî sermaye
taahhüdünün konusunu oluşturan taşınmaz üzerinde herhangi bir hak
sınırlandırması bulunmaması, sermaye taahhüdünün tapu kaydı üzerine şerh
verdirilme zorunluluğu sayesinde taşınmazın malikinin tasarruf yetkisinin
ortadan kaldırılması, şirketin tescili ile ticaret sicil müdürü tarafından
re’sen ve derhal tapu sicil müdürlüğüne tescil talebinde bulunulması ve bunun
yanında şirkete de tek taraflı olarak talepte bulunma yetkisi tanınarak aynî
sermayenin tescil aşamasının kolaylaştırılarak cebrî tescil davasına lüzum
bırakılmamasıdır. Tüm bu yönleriyle incelendiğinde, çalışmamıza konu olan
Yargıtay kararına konu olay ile aynı yönde bir uyuşmazlığın ortaya çıkma
ihtimali 6102 sayılı TTK döneminde oldukça düşüktür. Buna karşılık; yukarıda
ele aldığımız bazı ihtimaller halinde böyle bir uyuşmazlığın ortaya çıkması
durumunda, mülkiyetin geçişinin tescile bağlı olması kuralı dolayısıyla bu
Yargıtay kararında varılan sonucun benimsenmesi mümkün olmayacaktır. Başka bir deyişle;
inceleme konusu Yargıtay kararı ile varılan sonuç 6762 sayılı TTK’ya göre
kanuna aykırı olduğu gibi, 6102 sayılı TTK’ya göre de kanuna uygun bir sonuca
ulaşamamaktadır.
KAYNAKÇA
● ANSAY, Tuğrul: Anonim Şirketler Hukuku, 5. Bası, Ank. 1975.
● ARKAN,
Sabih: “Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’na İlişkin Değerlendirmeler”, Türk
Ticaret Kanunu Tasarısı Konferans, Bildiriler- Tartışmalar, 13-14 Mayıs 2005,
s. 43-60.
● ARSLANLI,
Halil: Anonim Şirketler, 3. Bası, İst. 1960.
● BİLGİLİ, Fatih/DEMİRKAPI, Ertan: Şirketler Hukuku, 2. Bası, Bursa 2012.
● DOMANİÇ,
Hayri: Anonim Şirketler Hukuku ve Uygulaması, TTK Şerhi II, İst. 1988.
● EREM,
S. Turgut: Anonim Şirketler Hukuku, İst. 1965.
● ERİŞ,
Gönen: Açıklamalı- İçtihatlı Uygulamalı Anonim Şirketler Hukuku, Ank. 1995.
● İMREGÜN,
Oğuz: Anonim Ortaklıklar, 4. Bası, İst. 1989 (Anılış: Anonim Ortaklık).
● İMREGÜN,
Oğuz: Kara Ticareti Hukuku Dersleri, 12. Bası, İst. 2001 (Anılış: Kara
Ticareti).
● KARAYALÇIN,
Yaşar: Para Değerinde Değişmeler-Yabancı Sermaye ve Anonim Şirketlerde Aynî
Pay”, Prof. Dr. Mahmut Koloğlu’ya 70inci Yaş Armağanı, Ank. 1975, s. 493-545.
● MOROĞLU,
Erdoğan: “Anonim Ortaklığa
Sermaye Olarak Taşınmaz veya Üzerindeki Bir Aynî Hakkın Konulması Taahhüdünün
Hukukî Sonuçları ve Yargıtay Kararları”, BATİDER, C. XXI, Y. 2001, S. 1, s.
5-17 (Anılış: A.O’ya Sermaye).
● MOROĞLU,
Erdoğan: “Türk Ticaret Kanunu
Tasarısı’na İlişkin Değerlendirmeler”, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı Konferans,
Bildiriler- Tartışmalar, 13-14 Mayıs 2005,
s. 71 – 82 (Anılış: Konferans).
● MOROĞLU,
Erdoğan: Türk Ticaret Kanunu Tasarısı, Değerlendirme ve Öneriler, 3. Bası,
Ank. 2005.
● ÖZDAMAR,
Mehmet: “Ticaret Şirketlerine Sermaye Olarak Taşınmazların Taahhüt
Edilmesi”, GÜHFD, C. X, Y. 2006, S. 1-2, s. 101.
● POROY, Reha/ TEKİNALP, Ünal/ ÇAMOĞLU,
Ersin: Ortaklıklar ve
Kooperatif Hukuku, 11. Bası, İst. 2009.
● PULAŞLI,
Hasan: 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’na Göre Yeni Şirketler Hukuku Genel
Esaslar, Ank. 2012 (Anılış: 6102 Sayılı TTK).
● PULAŞLI,
Hasan: Şirketler Hukuku, 6. Bası, Adana 2007 (Anılış: Şirketler)
● TEKİL,
Fehiman: Anonim Şirketler Hukuku, 2. Bası, İst. 1998 (Anılış: Anonim).
● TEKİL,
Fehiman: Şirketler Hukuku, C. 2, İst. 1974 (Anılış: Şirketler).
● TEKİNALP,
Ünal: Yeni Anonim ve Limited Ortaklıklar Hukuku İle Tek Kişi Ortaklığının
Esasları, 2. Bası, İst. 2012 (Anılış: Tek Kişi Ortaklığı).
● TEKİNALP,
Ünal: “Anonim Ortaklıklarda Kuruluştan Sonra Devralmanın Uygulanma
Şartlarına İlişkin Bazı Problemler”, Ankara Barosu Dergisi, Y. 1968, S.1, s. 3
(Anılış: Kuruluştan Sonra Devralma).
● YAVUZ,
Cevdet: “Anonim Ortaklıklarda
Kuruluştan Sonra Devir Alma”, İÜHFM, C. 50,
Y. 1984, S.1-4, s. 387
● YILMAZ
TÜTÜNCÜ, Sanem: Sermaye Şirketlerinde (Anonim ve Limited Şirketlerde)
Geçici Hukuki Korumalar (İhtiyati Tedbirler), İzm. 2004.
9.7.1956 T. ve 9353 sayılı RG.